İman edenler, diğer insanların görmediği bir hakikati görürler. Aynı çağda, aynı yüzyılda yaşayan insanlar hayatı aynı şekilde deneyimlemezler. Çünkü görmek sadece gören gözlerle değil, aynı zamanda görülmeyenin değerini bilmekle olur.
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
Yavaş yavaş güveni azalıyordu. İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.
Kur'ân'la aramızdaki ilişkinin ikinci boyutu, sürekli olarak hidayete muhtaç oluşumuzdur. Bu, vücudumuzun suyla olan ilişkisi gibidir. "Daha dün su içtim, bugün ihtiyacım yok." diyemeyiz. Çünkü vücudumuzun işleyiş biçimi suya duyduğumuz ihtiyacı zorunlu kılar. Kur'ân'la olan ilişkimiz suyla olan ilişkimiz gibidir. Susuzluğumuz bizi bırakmaz.
Kuran herhangi bir kitap değil. Bu Kitab'a "her zaman haklı olan bir müşteri" gibi yaklaşılmaz. Ona ancak bir dilenci gibi, iflas etmiş biri gibi, çölde kaybolmuş ve susuzluktan ölmek üzere olan biri gibi yaklaşılır. O adama bir damla su verseniz suyun ısınmış olmasından şikayet etmez. Ya da "Soda olsa iyi olurdu. Portakal suyu yok mu?" demez. Sadece alır. Hidayete muhtaçsanız alırsınız. "Allah beni daha iyi biliyor, bilmem gerekeni de bilmemem gerekeni de O biliyor, dersiniz.