Salgın sürecinde yazar değil de "yazan"lardan oluşan, matbu olanla arasına mesafe koyan, böylelikle nitelikli okur olma şansını da yitiren çok sayıda insan yazıyla yeniden tanıştı. Şiirde en büyük sınanma yeri olan sokak boşaltıldı, sessiz bırakıldı. Elektronik ortamda ortaya konan metinler "yazı" dilinden ziyade "konuşma” diline yaslandığı için, hızla tüketilebilecek yavan metinler çoğaldı. Bu yeni tüketme biçimi derinliksiz ve köksüz bir zemini getirdi beraberinde. Hazırlıksız, hızla, tedbirsiz, kontrolsüz, koşturarak... yazıya | yazmaya dönük bu alışkanlıkların aşılması zaman alacaktır. Bir yazarın eserini okuyarak onunla iletişime geçen okur, internet ortamında "yazarak" iletişim kurmaya başladı. Böylece şair / yazar imgesi de tarihsel ve toplumsal değerinden uzaklaşmaya, yerini yeni "sosyal medya yazarlarıyla" paylaşmaya başladı. Okur, "tanıdığı, yazıştığı" birinin eserine yönelmeye başladı. Eserden şaire / yazara değil de şairden | yazardan esere doğru bir ilgi yoğunlaşması oluştu.
İstibdat çağının sona ermesiyle tiyatrolar da açılmış, halk hürriyetin ilanı karşısında coşkunluğunu, sevincini belirtme alanlarından birini tiyatroda bulmuştur. Tiyatro eski yönetime duyulan hınç, yeni bir toplumsal döneme girişin verdiği sevinç taşkınlığının gösterildiği bir alan olmuştu. Tiyatroya bu düşkünlük salgın gibi yayılmıştı; önüne gelen, birkaç gönüllü oyuncu bulup, eski çağın ve Abdülhamid'in kötü yönetimini, hafiyelerin kötülüklerini; Meşrutiyet'in, Jön Türklerin, İttihat ve Terakki'nin iyiliğini anlatan çarçabuk kaleme alınmış bir oyunu sahneye koyuyordu. Ahmet Fehim Efendi'nin anlattığına göre boş bir arsaya dört gaz sandığı koyup bir de çarşaf geren, "Yaşasın vatan! Yaşasın hürriyet!" bağırtıları arasında tiyatro bakımından hiçbir değeri olmayan oyunları halkın bu coşkunluğunu sömürerek oynatıyordu.
Reklam
Çoğumuz hala mikroplara salgın hastalıklara yol açan ve ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken birer illet gözüyle bakmaktayız. Oysa mikropların çoğu patojen değildir. Bizi hasta etmezler. İnsanlarda hastalık etkeni olan bakteri türlerinin sayısı 100' ü geçmez. Hatta tam tersine, bağırsaklarımızdaki binlerce tür tamamen zararsızdır. En kötü ihtimalle birer yolcu ya da otostopçulardır. En iyi ihtimalle vücudumuzun paha biçilmez parçası, yaşamın Azrail' i değil, bekçisidirler.
Tarihte ilk defa salgın hastalıktan ölen insan sayısı yaşlılıktan ölenlerden, kıtlıktan ölenlerin sayısı aşırı kilodan ölenlerden ve zorbalıktan ölenlerin sayısı trafik kazalarında ölenlerden daha az.
Ayrılık acısı harbiden garip olay. Aşk acısı demek doğru olmaz buna, aşk sadece bir parçası. Ayrılık ondan çok daha fazlası. İçine bazen dünyalar sığıyor, hiç ilgisi olmayan konular bile bununla ilgiliymiş gibi geliyor insana. Biz ayrıldık diye salgın başladı, biz ayrıldık diye denizler kustu, biz ayrıldık diye yandı ormanlar, iklim krizi çıktı biz ayrıldık diye. Bir ara sorumlu ararlar da alır bizi hapse atarlar diye korktum, düşün, o kadar biz ayrıldık diye oldu gibi geliyordu her şey. Gerçi ikimizi aynı hücreye tıkacaklarını bilsem çıkar çat çat itiraf da ederdim, o kadar özlüyordum seni.
En küçük bir memur olmak için bile sağlık muayenesi şart olduğu halde, bu deliler nasıl oluyor da kaderimize hükmeden yerlerde bulunabiliyorlar? Bu soruyu açıkça sormak gerekir. Yıkılan binalardan, çöken yollardan, bakımsızlıktan ölen insanlardan, salgın hastalıktan, sellerden, depremlerden sorumlu kimdir? İnsanlık bu delilerin eline mi bırakılacaktır? Sormak isterim size. Bu deliler bizi nasıl idare edebilir?
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.