Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
benim içinde yaşarken durmadan kendimi köpürttüğüm dünyadan haberiniz oldu mu sizin benim kederle hem de yoksullukla geçen çocukluğumu, yeniyetmeliğimi kendi sınırsız güçleriyle çamura boyayan salgın ve bulaşık insanlardan haberiniz oldu mu sizin
Sayfa 125Kitabı okudu
Mart 2020'de DSÖ'nün "pandemi" ilanından sonra mevsimsel grip vakalarının akıldışı bir şekilde sıfıra inmesi, bildiğimiz grip vakalarının Covid-19 olarak kaydedildiğinin açık bir ispatıdır. Yani ortada ne bir pandemi (salgın) ne de ölümcül bir grip virüsü vardır. DSÖ'nün orkestra şefliğinde küresel bir psikolojik savaş yürütülmekte ve yeni tip bir mevsimsel grip virüsü bahane edilerek, bütün dünya kilit altına alınmıştır. Böylece sonuna geldiğimiz küresel finans sisteminin yıkımına ve ekonomik çöküşe bu virüs bahane edilmektedir. Ölüm korkusu ve çaresizlik duygusunu yaşayan dünya halklarına, bu şekilde istedikleri bütün küresel politikaları dayatabiliyorlar. Küresel aşı pasaportu, nakitsiz toplum, yeni ekonomik düzen, yeni sosyal düzen, yeni dijital kimlikler... Yani gücün küresel anlamda tekelleşmesini sağlayan politikalar... Her şey yeterince açık değil mi?
Sayfa 110 - destek yayınları, onuncu baskı, aralık 2022, nişantaşı
Reklam
“Bazı romanların okunması minyatür bir salgın hastalık gibidir, ansızın en olmadık yerlerde baş gösteren gizli bir salgın.”
İnsan vücudu stresi biriktirir. Cinayet, tek bir hamlenin sonucundan çok birikim meselesidir...
Annelerini katleden çocukların hikâyeleri mâşerî vicdanı yaralamaya devam ediyor. Ne oluyor da yakın zamana dek aklımıza bile getiremeyeceğimiz bu kötülük, lanetli bir salgın gibi ruhlarımızı kemiriyor?
1839 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanımla 1871 yılında evlendi. Altı çocukları oldu: Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk, 1881-1938), Makbule Boysan Atadan (1885-1966) ve Naciye (1889-1901) Kardeşlerden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaş­larında, o senelerde Rumeliyi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında ölmüşlerdi. En küçükleri Naciye on iki yaşında gözlerini kapadı. ATATÜRK, Selânik Askerî Rüştiyesinden (Ortaokulundan) başlıyarak ikisi de son nefeslerine kadar gerçek dost kalmış Fuat Bulca’ya bir gün şöyle demişti: "-Kardeşlerim arasında en sevdiğim Naciye’ydi. Çocuk yaşının üstünde hisli, duygulu ve öğren­meye meraklıydı. Ben Harbiyeye giderken kitaplarımı iste­mişti. Annemden onu okutmasını istemiştim. Ne ablam Fatma’yı, ne ağabeylerim Ahmet ve Ömer’i hatırlıyamıyorum. Son ikisi aynı yıl, 1883’de ben iki yaşında iken ölmüşler. Na­ciye, annem gibi sarışın, mavi gözlü, duru beyaz tenli idi. Ti­pik bir Yörük kızıydı. Makbule’ye hiç benzemezdi."
Reklam
Kitapta dün kaldığın yer Kaybolmuş arasına koyduğun kalp ve kelepçe Salgın tutan kelimelerden sonra hiçbir şey aynı değil içinde 2001
Sayfa 84 - MetisKitabı okuyor
75. Mektup
Hasta bir insan, güzel konuşan bir hekim aramaz; ama olur da iyileştirecek olan hekim yapılması gereken işleri güzel bir dille anlatırsa, hasta bu hali iyi karşılar. Ne var ki, güzel konuşan bir hekime düştü diye, kendini tebrik etmesi için de bir nedeni yoktur. Tıpkı tecrübeli bir kaptanın ayrıca yakışıklı olması gibi bir şeydir bu. Neden benim kulaklarımı okşayacak sözler söylüyorsunuz? Neden hoşuna gitmek istiyorsun? Söz konusu olan şey bambaşka: yakılacak, kesilecek bir yanım var; perhiz yapmalıyım ben. Bu işler için başvuruldu sana. Bir hastalığı tedavi etmelisin; müzminleşmiş, ağır ve salgın bir hastalığı. Veba salgının da bir hekimin ne kadar işi varsa senin de o kadar işin var. laftan başka işin yok mu? Başarabilirse işini, o zaman sevin. Bu kadar çok şeyi ne zaman öğreneceksin? Öğrendiklerinin ne zaman, bir daha çıkmamak üzere çakacaksın zihnine? Ne zaman deneyeceksin bu bilgileri? Başka konularda olduğu gibi, bunları belleğe yerleştirmek de yetmez, iş üstünde denemek de gerekir. Mutlu kişi bunları bilen değil, uygulayan kişidir.
Sayfa 265 - JaguarKitabı okuyor
Nasıl insan maddi olarak evine neyin girip çıktığına dikkat etmek zorundaysa aynı şekilde ve ondan daha önemlisi gönül evine neyin girip çıktığına da dikkat etmelidir. Orada kimleri misafir ettiğine azami dikkati göstermek zorundadır. Kimse evine kirli, pis, paslı, zararlı bir şey götürmez. Getirilmesine de müsaade etmez. Aynı şey gönül evimiz, akıl hanemiz için de geçerli. İki yıllık salgın döneminde maskeler taktık, aşılar olduk, uzak durduk, mesafeyi koruduk, karantinaya girdik, dışarı çıkmadık, evimizde oturduk. Neden? Kendimizi gözümüzle görmediğimiz bir virüsten korumak için. Doğru olan da buydu. Çünkü bu beden bize bir emanet ve biz onu korumakla mükellefiz. Peki şimdi soralım:Aklımızı korumak için aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz? Kalbimizi korumak için aynı inceliği sergiliyor muyuz? Aklımıza, kalbimize, gönlümüze, ruhumuza neyin girip çıktığına dikkat ediyor muyuz? Bedensel sağlımız için gösterdiğimiz özenin, hassasiyetin onda birini akli ve kalbî sağlığımız, güzelliğimiz, inceliğimiz,nezaketimiz için göstersek dünya çok daha güzel yaşanır bir hâle gelecek.
Sayfa 180Kitabı okudu
En küçük bir memur olmak için bile sağlık muayenesi şart olduğu halde, bu deliler nasıl oluyor da kaderimize hükmeden yerlerde bulunabiliyorlar? Bu soruyu açıkça sormak gerekir. Yıkılan binalardan, çöken yollardan, bakımsızlıktan ölen insanlardan, salgın hastalıktan, sellerden, depremlerden sorumlu kimdir? İnsanlık bu delilerin eline mi bırakılacaktır?
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.