Eser-kâinat-ayna-İNSAN...
-ESER, müessirine nisbetle fiildir (yapılandır), zuhur ettiği yere nisbetle infialdir, (müessirin aksetmesidir). -KÂİNAT, suret ve sıfatları kabul edici bir eserdir; Âlem denilen aynanın cilâsı ve ruhu, tesir edici eser hüviyetiyle İNSAN'dır. -AYNA, suretin tecelli ettiği yer olmanın yanında, kendisi idrak olunan ve kendisinde kendini gördüğün herşeydir. -İNSAN, Allah katında bakan bir GÖZDEKİ BEBEK gibidir ve görme sıfatı ile tâbir olunmuş mahlûk odur: Bundan dolayı ona İNSAN denmiştir, çünkü Allah mahlûklarına onunla nazar eder. O, bâtınını Allah'ın kendi suretinde yarattığı ki, bu bakımdan ezel ve ebed onda birleşmiştir. Şekli bakımdan sonradan yaratılmış, ezel ve ebed arasında ayırıcı varlık...
Sayfa 412 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
BASAR...
Gözün görmesi. Görme algısı. Kalble hissetme. Kalb gözü. İDRAK, FİKİR... Görme sıfatı, sadece göz duyusundan değil, beş duyudan gelen bilginin idrakı kadar, aklî ve ruhî bilginin idrakıdır da. İnsan için durum bu iken, insanında içinde bulunduğu Âlem'in-Kâinat'ın durumu?
Sayfa 413 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
Reklam
KÂİNATIN GÖRDÜĞÜ İNSAN...
Âlemde insan; Kâinat'ın ortasında insan... Bildiren çevre olmadan bilemeyeceğimiz gerçeği çerçevesinde, bu hakikatin temelinde, bizzat Kâinat'ı kabul etmek... Budistler'in söylediği şu söz: -" Gerçek dünya olmadan şuur olamaz, - Şuur olmadan da gerçek dünya. - Nesnesiz fail, - Failsiz de nesne nasıl olur?" Bir fizik profesörü, Kâinat'ın mahiyeti ve ortaya çıkışının muhtemel şekilleriyle ilgili tartışma sürecinde, KÂİNAT'I KENDİSİNİ GÖZLEYEN BÜYÜK BİR GÖZ ŞEKLİNDE ÇİZMİŞTİR. Bu sözkonusu fizikçiye göre, "kendini İMÂ eden, kendini işaret" tarafından vücuda getirilen "kendisinden hareketli, uyarımlı" bir sistemdir; ve daha ziyâde, "kendimi görmek istiyorum, öyleyse varım!" örneğine benzer.
Sayfa 413 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
KÂİNAT ve...
-( Gerçek, sadece daha derin bir gerçekliği örter. Dolayısıyla Kâinat, kendisinde daha derin bir gerçekliğin ifâdesidir.) -( Kâinat'ın bütün tanecikleri nihayette birbirinden ayrılamaz; bundan dolayı, müşahid, müşahede ettiği şeyden ibarettir. Öyleyse insan, Kâinat'tan başka bir şey değildir.) -( Kâinat, kendini gözlemek - müşahede etmek için, kendisini "gözleyen" ve "gözlenen" şeklinde ayırmalıdır. Bu bize, Kâinat'ın kendisini bölmesi ve vücuda gelmesinin temel sebebini açıklar. Kendisini yaratmadaki temel saik, belki de kendisini algılama-idrak isteğidir. Fakat kendisini parçalara ayırarak, kısmen kendisini nefyeder ve böylece kendisinden kısmen ayrılır.)
Sayfa 413 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
BUDİZM ve insan-kâinat ilişkisi...
- Herşey kendi mertebesinde canlı ve kendine mahsus bir şuur-idrak-irade belirtir; bu mesele, modern fiziğinde doğruladığı bir hakikattir. Ne var ki, Budizm ve benzeri görüşlerden, Batı felsefesi ve fiziği kadar, nitelemeleri farklı da olsa, temelde aynı çeşniler halinde mesele "kâinat'ın yarattığı insan" ve insanın beden ve şuuruyla onun parçası olması, yahud onun en kâmil parçası olması, onun adeta sözcüsü veya kâinat'ın idrak sahibi oluşunun kendinde tecellisi hâlinde onun bizzat şuuru olması gibi, her biri yarıdan başlayan ve yarım bırakılan, anlayışları göstermektedir. Gözleri bağlı olarak, hiç tanımadığı bir hayvanın, meselâ meşhur misâl "filin bacağına bakarak onu niteleme" gibi hüküm çıkarmalar, temas tasviri içinde doğru şeyler söyleseler de, hükümde, yahud hükümde doğru olsalar da "bütünü gören-idrak eden"e nazaran onu bütün saymak veya daha bütün hükmünde yanlış nitelenmiş "ister istemez kayıtlı" bir hüküm olarak kalmak durumuna düşerler. Öyle de olmuştur, olmaktadır.
Sayfa 414 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
MUTLAK FİKİR
- Her bir kendi yönünden aklî kıyas ve bu çerçevedeki müşahhas verilerle "bütün vazeden" yahud "ihtimal" seviyesinde kalan veya ihtimali bütüne tatbik gibi güya "bütünlük vadeden" felsefî ve ilmi görüşler, her şeyden önce insanın düşünme faaliyetiyle -hareket içinde hareketle gelişen insan düşüncesiyle-, yâni hiç bir zaman MUTLAK'I bilemeyeceğine nazaran, bu çerçevedeki hakikatleri kendisine nisbet edebileceği, DOĞRULAYICI OLABİLECEKLERİ GEREKLİ OLAN, yâni MUTLAK FİKİR'den yoksun bulunmaları yönünden, Kâinat ve insan ve ilişkileri hususunda peşinen malûldürler. "Mutlak budur!" diye gösterilebilecek bir fikir söz konusu olmadı mı, onu mücerret bir MUTLAK diye alıp, yokluktan görünüşe çıkma şeklinde maddenin en kâmil parçası olan kendinde-insanda sözcülük kabulü, bahsettiğim malullüğü gidermez, gidermemiştir de. En gerçekçi geçinen ve temas ettiğim hususları da güya göz önünde tutanları, -ki, onlar da birbirini çelen çeşitlilik içindedirler!-, ilimde ve fikirde parça parça toplanacak hakikatlerin ışığında, gittikçe "asıl olan"ın bulunacağı ZANNI içindedirler; işin aslına nisbetle, semirmeyi ilim sanma, kemmiyet kalabalığından keyfiyet doğruluğunu umma... Oysa, idrakın, ilmin ortasına yerleşmiş VEHİM niteliği, onun sayısız ihtimâl karşısında bulunduğunu, herkesin hakikatinin kendisi için geçerli olmak üzere, bir doğruya mukabil, sayısız yanlış çizgi bulunuşunu gösterir...
Sayfa 415 - İBDA YayınlarıKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.