.Koskoca bir imparatorluğu yönetmek ile aile reisi olmak ara­sında nitelik açısından bir fark yoktur. Aradaki fark niceliktedir. Mesele bu iktidarı nasıl kullandığınızla ilgilidir.Zorba bir erkek olarak aile üyelerinin haklarını gasbediyor, onları karşınızda susta durduruyor, sizin gelirinize muhtaç karı­nızı bu güçle eziyor, gövdeniz daha iri olduğu için çocuklarınızı dövüyorsanız siz bir diktatörsünüz demektir.Canınızın çok sıkıldığı bir gün yolda yürürken önünüze çıkan küçük köpeğe tekme atıyorsanız, sadist bir diktatör olursunuz.Diktatörlük en küçük iktidar biçiminde bile var olan bir teh­likedir.Yağmurda ıslanan yolcuları almayan taksi şoförü bile o anda elindeki iktidarın tadını çıkarmaktadır.
Bu, herkes için böyledir de medyada durum daha da farklı­dır. Eğer elinize bir gazete televizyon ya da bir köşe verilmişse ve siz bunu kişisel sempati ve kızgınlıklarınıza göre yönetiyorsanız “yolsuzluk” yapıyorsunuz demektir.Eğer ülkedeki sansüre karşı çıkarken, kendi kurumunuzda, kıskandığınız kişilere sansür uyguluyorsanız, onlarla ilgili ger­çeği tersine çevirmeye çalışıyorsanız; onurdan, meslek ilkelerin­den, namustan, erdemden, ahlaklı olmaktan, demokratlıktan, in­san haklarından dem vurmanız, yüzünüze geçici olarak taktığınız bir maske anlamı taşır.Ama hiçbir küçük diktatör gerçeği sonuna kadar tersine çe­virme imtiyazına sahip değildir. Ve her diktatörü bekleyen son, onları da bekler: Bir köşede unutulmuş bir emekli olarak çevre­yi seyrederek tamamlarlar ömürlerini. Hem de kimsenin saygıy­la anmadığı bir biçimde.Bu sondan kaçış yoktur!
Reklam
Belli bir yaşta insanın kendini kanıtlama çabası, kendini anla­ma çabasına dönüşmelidir.Ne var ki bazıları yaşlanır ama olgunlaşamazlar; ömürlerinin sonuna kadar başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğü en önemli konu olarak kalır. Beğenilmek, sevilmek ister ve bütün güçleriyle bunu sağlamak için uğraşırlar.Bazıları da belli bir olgunluğa erişince, kendilerini beğendir­meye çalışmaktan vazgeçer ve dünyayı daha rahat bir gözle sey­retmeye başlar. Bu aşamada kişinin “nasıl göründüğü” sorusu önemini kaybeder; bunun yerine kendisinin “dünyayı ve insan­ları nasıl gördüğü” öne çıkar.Değeri ölçülmeye çalışılan kişiden, değer ölçmeye geçiş aşa­masıdır bu. O kişi artık yarışta değil, jüridedir.Altın değil sarraftır.Aktör değil, yönetmendir.Karatı ölçülen taş değil, kuyumcudur.Ve bütün bunlar eğer bir iç disiplinin tutarlılığını taşıyorsa, o kişi dünyanın nirengi noktalarından biri olur. Çevresindeki in­sanlar için bir ayar haline gelir. Böyle bir insan bir terazidir, bir ölçüdür.Bazıları bu noktaya hiç gelemeden ölür ve son sorusu, “Acaba beni beğeniyorlar mı?” olur.Bazıları da iç dünya zenginliği sayesinde manevi birer otorite mertebesi kazanır.Birinciler telaşlıdır, İkinciler sakin.Birinciler hırsı piriye kapılmıştır; İkinciler, evren içindeki in­sanı hangi ölçekte değerlendireceklerinin farkındadır.Yaş, insana olgunluk ve bilgelik getirmeli.
Bazilari geride bir şeyler bırakacaklar. Bir kitap, bir tablo, bi­limsel bir buluş, namuslu bir davranış, bir merhamet öyküsü, bir türkü... Gönlü daha zengin olanlar, “Bu dünyadan gider olduk / Kalanlara selam olsun!” diyecekler ve bu insan çığlığı yüzyıllarca yankılanacak kulaklarda.Bencilliğin kör kuyularında boğulanları ise torunları bile ha­tırlamayacak.
Buyuk Anton Çehov’a hikâyelerini Fransızca’ya çevirmeyi önermişler. “Olmaz ki,” demiş, “ben bu hikâyelerde Rus insanını anlatıyorum. Fransızlara çok uzak şeyler bunlar.”Bugün dünyanın en “evrensel” oyun ve öykü yazarı kabul edilen Anton Çehov, belki de büyüklüğünü bu safiyete borçlu. Başarı peşine düşmeyen, sadece içindeki derdi paylaşmak için ya­zan bir adamın büyüklüğü bu. Ve önünde bütün dünya şapka çı­karıyor
.”Günümüzün Türkiye’sinde herkes kendisini bu fıkradaki üç tayfadan birine yakın hisseder diye düşünüyorum.Kimileri muazzam görüş sahibidir, her işe dalar, hatta her işi manipüle etmeye çalışırlar.Kimilerinin kulağı deliktir, istihbarat kaynakları her bilgiyi ulaştırır onlara. Dedikoduları boldur. Her şeyi bilirler.Bir de benim gibi, çevresinde olup bitenlere bakıp canı sıkı- lanlar var.Gazeteleri okursun canın sıkılır, televizyona bakarsın canın sıkılır, polemikleri izlersin canın sıkılır, küçük insanların büyük egolarını seyredersin canın sıkılır.Siz de bizim gibi gidişata canı sıkılanlar takımındansanız, “Kulübe hoş geldiniz!”Canı sıkılanlar kulübüne.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.