Okullar, hiç kimse yazar olsun, sanatçı olsun diye değillerdir. Hep söylediğim gibi, hayat hiç kimsenin yazmasını ve ya da yaratıcı olmasını istemez. Yaratıcı içgüdümüz, en sağlıklı içgüdümüzdür, ve biteviye kendisini gerçekleştirmek için uğraşır. Ama dünya, aile, okul, toplum, iş ve kurumsallaşmış her şey aracılığıyla bu yaratıcılığı dört yandan bastırmaya, öldürmeye çalışır.
Bir değerin ya da bir faziletin toplum içinde kök sal­ması, yalan söylememekle, mümkün oldu­ğu her zamanda onun hesabını vermekle olur..
Sayfa 53 - Bilgi/ pdfKitabı okudu
Reklam
Ancak Balzac söz konusu olduğunda, mantıklı sonuçlar çıkarmaya çalışmak faydasızdır; çünkü olası olan yerine hep inanılmaz olan gerçekleşir. Yaşadığı iki dünya, gerçek dünya ve hayal dünyası, en ufak bir geçirgenliğe izin vermeyecek kadar birbirinden ayrıdır. Yaratıcı Balzac, dış varlığını saran fırtınalardan haberi olmayacak ve onları hissetmeyecek şekilde kendini tamamen zihinsel bir yoğunlaşmanın içine kapatabilir; uçarcasına yazan eliyle titreyen ışığın altında sayfalarca kader ve öykü geliştiren hayalci Balzac, senetleri protesto edilen, mobilyalarına haciz gelen diğer Balzac’la en küçük bir benzerlik dahi taşımaz. Toplum içindeki kişiliği ile özel kişiliğinin ruh durumlarından, umutsuzluğundan en ufak bir şekilde bile etkilenmez, hatta tersine, dışsal şartları tam da hiçbir umut vaat etmezken, içindeki sanatçı en güçlü durumdadır. Dışsal sıkıntılar onda gizemli bir biçimde giderek artan bir zihinsel yoğunlaşma haline dönüşür. Üstelik Balzac’ın inancından daha güçlü bir şey de yoktur: En iyi esinler bana hep en derin korkuları ve çaresizlikleri yaşadığım saatlerde gelir.
Sayfa 173Kitabı okudu
Yaratıcı sanatçıların en büyük verimle çalıştıkları zamanları, dünyaya sık döndükleri zamana bağlayan yaygın bir yanlış algı vardır. Yazar Joyce Carol Oates, 1972 tarihli “yalnız sanatçı miti” (The Myht of the Isolated Artist) başlıklı denemesinde, bu algıyı ele almıştır: “Sanatçının toplum genelinden yalıtık yaşadığı düşüncesi bir mittir… Sanatçı, son derece normal ve toplumsal yaşama da sahip bir birey olduğu halde, romantik gelenek onu trajik ölçüde acayip bir kişilik olarak ele alma eğilimindedir.”
Müziğe dalmadan önce 20.yy Sanat Dünyası'na bakış
Kapitalizm’in bu yüzyıla hızlı adımlarla girmesi ve insani değerlerin gitgide yoksullaşması, toplumlararası, dolayısıyla bireyler arası çatışmaların da yoğunlaşmasına neden oluyordu. Fütürizm, 1910’lu yıllarda İtalyan sanatçı Marinetti ile başlayıp, Mayakovski'nin de içinde olduğu bir Rus şair grubunu etkileyip silinirken, 1915 yılında Dadaism adında bir sanat akımı ortaya çıkar. Dünya Savaşının yarattığı dehşete karşı anlamsızlığı, akıldışılığı ve alaycılığı ön plana alan bu ekol geleneksel toplum düzenini ve alışılmış kültür değerlerini yıkmayı amaçlıyordu. Zürih ve New York’ta aynı zaman dilimleri içinde çıktılar ortaya. En ilginç kişilikler Tristan Tzara adlı bir şair ve çevresindekiler. Ancak karşı çıkış borusunu ilk öttüren ressamlar oldu. Bu akım, geleneklere karşı çıktığından ötürü yüzyılın ikinci yarısındaki Avant Garde hareketlerle ortak paydada düşünülmemelidir. Öncelikle seslendikleri alanın darlığı, ardından sistemleşmemiş bir hareket olmaları savaşın hemen ardından tükenmelerine neden oldu ve bu sürede yerini Sürrealist sanat hareketine bıraktı. Onlar da gerçek dünyanın yerine düş dünyasını kurmaya çalıştılar ve buna bağlı olarak da sanatın içeriğinde cinsel dürtülerin ve içgüdülerin geniş yer kaplaması gerektiğini savundular. Umutsuzluk ve kötümserlik Sürrealist sanatçıların yaşamlarının bir parçasıydı ve ürettikleri bütün yapıtlarda bu kapalılık ve iç dünyanın ablukası görülmekteydi. Yazar Andre Breton ve ressam Salvador Dali, bu hareketin en önemli sanatçıları olarak görülmekteydi.
Sayfa 15 - bu alıntıyı girerken duyduğum hazz.
Bir insan, kendi kendisine sadık kaldıkça, her şey onun tarafına doğru yol alır; hükümet, toplum, hattâ güneş, ay ve yıldızlar.
Amerikalı bir yazarKitabı okudu
Reklam
Ülkemizde sanatçı ve düşünür olmanın zor yanlarından biri ve belki de ilki; yaşarken içinde bulunduğunuz toplum tarafından anlaşılamamanızdır. Özelde Müslüman, genelde üretken tüm insanlar için ki; bu, böyledir...
Niçin gençliğin idolü bir kaşif, bir gezgin, bir bilim adamı veya bir gerçek sanatçı değil. Niçin Fazıl Say idollerimiz arasında değil? Niçin İdil Biret değil, Suna Kan değil, Osman Hamdi değil, Darwin değil, Einstein değil, Wegener değil, on yedi dil bilen ve Alplerin sihirbazı denen Emile Argand değil, Grimm Biraderler değil, Güney Amerika'nın kuzeyini keşfeden ve hemen her Amerika ülkesinde adına en az bir nehir, bir dağ veya bir üniversite, bir şehir olan, Pasifik Okyanusunu bir uçtan ötekine kateden koskoca bir akıntı sistemine adı verilen Humboldt değil, Livingstone değil, Amundsen değil, Nansen değil, Prjevalski değil, Shackleton değil, Hedin değil...Gençlerimiz arasında bir anket yapsak kaç tanesi bu isimleri tanıyabilir?
Paulo Coelho olup biten her şeyin ayrıntılarını öğrenmek istedi, çünkü Veronika'nın öyküsünü öğrenmek için gerçek bir nedeni vardı. Neden şuydu: Kendisi de bir vakitler bir sığınağa ya da daha yaygın terimle bir akıl hastanesine gönderilmişti. Hem de bu bir kez değil, üç kez olmuştu; 1965, 1966 ve 1967 yıllarında. Onun kapatıldığı yer Rio de Janeiro'daki Dr. Eiras Sanatoryumu’ydu. Hastaneye kapatılış nedeni bugün bile tam olarak anlamlandıramadığı bir şeydi; belki ana-babası onun alışılmışın dışında kalan davranışlarına şaşırmışlardı: Kimi kez içine kapanık, kimi kez aşırı hareketliydi, üstelik “sanatçı” olmak istiyordu ki ailede herkes bunun toplum dışı yaşamaya ve yoksulluk içinde ölmeye götürecek tek yol olduğuna inanmaktaydı. Bu konuyu düşündüğünde -ki doğrusuna bakarsanız çok ender olurdu bu- asıl delinin, hiçbir gerçek dayanak olmaksızın onu tımarhaneye kapatmayı kabul eden hekim olduğu kanısına varırdı. (Bütün ailelerde suçu başkalarına yükleme eğilimi vardır, dolayısıyla ana-babasının bu korkunç kararı alırken ne yaptıklarını bilmedikleri söylenebilir.)
« Okullar, hiç kimse yazar olsun, sanatçı olsun diye değillerdir. Hep söylediğim gibi, hayat hiç kimsenin yazmasını ve ya da yaratıcı olmasını istemez. Yaratıcı içgüdümüz, en sağ­lıklı içgüdümüzdür, ve biteviye kendisini gerçekleştirmek için uğraşır. Ama dünya, aile, okul, toplum, iş ve kurumsallaşmış her şey aracılığıyla bu yaratıcılığı dört yandan bastırmaya, öldürmeye çalışır. »
Sayfa 92 - İthaki YayınlarıKitabı okudu
533 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.