Türkçede de, Arapçadan gelen sanayi, tekhne ile ars terimlerine denk düşer. Sanatlar, zanaatlar, ustalıklar, hünerler, marifet anlamına gelir sanayi. ''Sanayi''nin tekili de sınâat, yani sanat. Aynı kelimenin tekili de, çoğulu da terim türetiyor. Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesinin temelinde, 1882'de kurulan Sanâyi-i Nefîse Mektebi vardır. Sanâyi-i Nefîse ''güzel sanat''ın eski Türkçedeki karşılığıydı.
Benim için kitap okumanın tanımı..
"Yüzme sanatı - herhalde bütün sanatlar- tam bir adanmışlık istiyordu. Eyleme ne kadar yoğunlaşırsanız, diğer şeylerden o kadar uzaklaşıyordunuz. Kendiniz olmaktan kurtulup yaptığınız şeye dönüşüyordunuz."
Reklam
İnsanlar çok şey bildiklerini söyler; Fakat bakın, kanatlanmışlar. Sanatlar ve bilimler Ve binlerce araç gereç, Esen rüzgar Herkesin tek bildiği budur.
Sayfa 57 - ZeplinKitabı okuyor
Yazmak, unutmaktır. Bunun yanı sıra edebiyat, hayatı görmezden gelmenin de en hoş yoludur. Müzik bizi yatıştırır, görsel sanatlar uyarır, canlı sanatlar(dans ya da gösteri gibi) avutur. Ne var ki bunlardan birincisi hayattan uzaklaşır giderek, çünkü onu bir uykuya dönüştürür; ikinci sırada gelenlerse hayattan kopmaz-bir bölümü görsel, dolayısıyla hayati yöntemler üzerine kurulu olduğundan, geri kalanlar ise, bizzat insan hayatından beslendiklerinden. Edebiyatın durumu bambaşkadır, o hayatlık taşlar. Bir roman, asla olmamış bir şeyin öyküsüdür, bir dram ise öyküleme tekniği kullanılmamış bir romandır. Bir şiir, dizeler halinde konuşmadığımıza göre, aslında kimsenin kullanmadığı bir dile dökülmüş düşünce ya da duyguların ifadesidir.
Atatürk Güzel Sanatlar ve Musiki
"Ulusal ince duyguları toplamak, onları bir gün önce genel musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu şekilde Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir" 1934 Meclis Açış konuşması-Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Sayfa 328
Ve kendimi fikir ve mücadele hayatına adamak üzere, hepsi 12 senelik bankacılık mesleğini bir tekmede atmış, İş Bankasından istifayı basmıştım. Derken hocalık, önce Ankara Devlet Konservatuarının yüksek kısımlarında ve sonra İstanbul’da Güzel San’atlar Akademisi Yüksek Mimarî bölümünde Garp Edebiyatı hocalığı; sırasiyle «Haber» ve «Son Telgraf» gazetelerinde fıkra muharrirliği ve 1943’de Büyük Doğu..
Reklam
Berlin Güzel Sanatlar Akademisi 1925 mezunu. Yine 1990 iti­ barıyla, 86 yaşında İstanbul Çubuklu' da bir gecekonduda, emek­ li maaşı karşılığı kendisine bakan fakir bir ailenin yanında yaşı­ yordu. Beyoğlu yakasında meskun "Müslüman Levantenler" arasında yıldızı en çok parlayan aile Farukiler ' in gözbebeği, me­ dar-ı iftiharı Nermin'di. Asri bir hanımefendide bulunması gere­ ken her şey ona çok yönlü, kapsamlı ve programlı bir eğitimle, bebekliğinden itibaren yüklenmeye başlanmıştı. Mesela babası­ nın yolu ne zaman Paris'e düşse -ki sık sık düşerdi- kızına oyuncak niyetine "plastelin" getirirdi. Isıyla gevşeyip sertleşen bu maddeyi yoğursun, biçimlendirsin, eli heykele yatsın diye. Bugün "küçük bir hatırası" Kadıköy Süreyya (Paşa) Sinema­ sı'nm ön cephesini süsleyen rölyeflerde yaşayan ve eğer Oskan Efendi'yi bizden saymazsak, Türkiye'nin diplomalı ilk heykeltı­ raşı olan İhsan Özsoy'un atölyesine emanet edildiğinde henüz 16 yaşındaydı. Ahmed Faruki, opera kültürüyle terbiye edilme­ miş bir Müslüman'ın asla Levanten saygısı ve ayrıcalığı göreme­ yeceğini çok iyi bildiğinden, kızını Güzel Sanatların yanı sıra Konservatuvara da yazdırdı. Mezuniyet balosunda piyanosuyla parlak bir konser veren Nermin Faruki, "mezzosoprano" takdir­ namesiyle opera vizesi almıştı.
Sayfa 103 - YKY yayınları ekım 2004Kitabı okuyor
“-Öyleyse hekimlik, hekimliğin menfaatini değil, bedenin menfaatini düşünür, değil mi ? -Evet. -Binicilik, biniciliğin değil; atların menfaatini. Herhangi bir sanat da -hiçbir eksiği olmadığı için- kendisinin değil, neyle ilgiliyse onun menfaatini gözetir. -Evet, öyle. -Kesinlikle Thrasymachus, sanatlar, ilgili oldukları şeyden daha güçlüdürler ve onu yönetirler.”
Bu adamlar bir şey bilmedikleri halde her şeyi bildiklerimi sanıyorlar;bense bir şey bilmemekle beraber hiç olmazsa bilmediğimden şüphe etmiyorum.
Sayfa 15 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Çevresiyle uyumunun bozulduğu bu tür yalnızlık yaşantılarına karşıt olarak, bir insanın kendi seçimiyle ve "geçici" olarak yalnızlığa çekilmesi ise çoğu kez yapıcı ve yaratıcı sonuçlar doğurur. Yaratıcı insanlar yapıtlarını ya da buluşlarını ancak böylesi yapıcı bir yalnızlık süresinde ortaya çıkarabilirler. Bir başka deyişle, yaratıcı kişi, gerektiğinde yalnız kalabilmekten korkmayan insandır. Yaratıcı insan ancak yalnız kalabildiği zaman içsel dünyasının zenginliklerine inebilir ve bunları sonradan, müzik, görsel sanatlar, edebiyat ya da bilimsel ve teknolojik buluşlar olarak bize ulaştırabilir. Bundan ötürü, gerçek anlamda yaratıcı bir insan yaratıcılık sürecini yaşarken kendisini yalnız hissetmez; yaratmakta olduğu ürünün diğer insanlar tarafından anlaşılabileceği ve kabul edilebileceği umudunu taşıdığından, aslında yalnız değildir.
Reklam
İtalya en fazla güzel sanatlar, mimari ve müzik alanında etkiliydi ama edebiyat dalında pek fazla etkisi yoktu.
Sayfa 138Kitabı okudu
Lenin
“Sinema tüm sanatlar içinde bizim için en önemli olanıdır.”
Sayfa 247 - Lopus YayıneviKitabı okudu
Güzel sanatlar, büyük ölçüde Kilise tarafından desteklendikleri için, dinsel konuları işlediler. Din müziğe de destek oldu ve kiliseler birçok müzisyen eğitip onlara iş sahası açtı.
Sayfa 136Kitabı okudu
Her sanat edebiyatın bir biçimidir, çünkü her sanat bir şey söyler. Söylemek iki türlü olur: Konuşmak ve susmak. Edebiyat olmayan sanatlar, ifadeci bir sessizliğin yansımalarıdır.
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.