Zira nasıl ki balıklar suda, kuşlar havada, köstebek toprağın altında rahatsa, her insan da sadece kendine uygun atmosferde rahat eder; nitekim saray havası da herkes için solunabilir değildir.
Zira nasıl ki balıklar suda, kuşlar havada, köstebek toprağın altında rahatsa, her insan da sadece kendine uygun atmosferde rahat eder; nitekim saray havası da herkes için solunabilir değildir.
Hamileydim! Doktor, "Sen nerede yaşıyorsun? Rutubetten uzak durmalısın" diye uyarınca Şişli'deki evden taşınmamız gerekti. Ama bu maddi bakımdan imkânsızdı. İlk evimiz zorluklarına rağmen bize saray gibi geliyordu. O, sabah çok erken gidiyordu, öğlene kadar acıkmasın diye kahvaltıda gözleme yapıyordum. Sette bu duyulunca oyuncu arkadaşları Ergin Orbey, Dinçer Çekmez de kahvaltıya gelmeye başladılar. O kadar keyifli sabahlardı ki… Yemek davetlerimiz ancak gece geç saatlerde oluyordu. En çok balık yapıyorduk. Metin Akpınar, Zeki Alasya, Devekuşu Kabare'nin piyanisti Rupen oyundan sonra balık salata yemeye gelenler arasındaydı. Jale-Şevket Altuğ, Şener Şen birlikte olmaktan zevk aldığımız arkadaşlarımızdı. Sabahlara kadar şarkılar, sohbetler…
Sahip olduğumuz şeyler, boynumuza astığımız kolye, duvara astığımız diploma, ne kadar pahalı olursa olsun bindiğimiz otomobil, giydiğimiz en markalı kıyafetler, ister küçük, ahşap, nohut oda bakla sofra bir kulübecik olsun, isterse yüzlerce odası olan bir saray olsun oturduğumuz evler, kredi kartımızın limiti, kartvizitimizde yazan ünvanlar... Hiç biri ''BEN KİMİM?'' sorusunun aklımızda ve kalbimizde cevap bekleyen yerini doldurabilecek kadar büyük değildir...
Çünkü bizi birer BEN yapan onlar değildir.
Bir güz göğüsünüz siz, güzel, aydınlık, pembe!
Ama bende bir deniz gibi yükselir de bu in, Geri çekilirken, üzgün dudaklarımda hep Yakan tadını bırakır acı çamurunun.
- Elin baygın göğsümde geziyor; arayışın Boş, sevgilim, orası yağmalanmış bir yerdi Yırtıcı dişleri, tır naklarıyla kadının.
Aramayın yüreğimi artık; hayvanlar yedi.
Yüreğim yıkık bir saray kalabalıklardan;
İçmeler, adam öldürmeler, kavgalar dolu!
- Bir koku yüzüyor çıplak göğsünüzü saran!..
Gönüller kırbacı, ey Güzel, istediğin bu!
Şenlikler gibi parlayan ateş gözlerinle Yak hayvanlardan kalma bu artığı, temizle!
(1857) 52
okuduğum en en en müthiş roman olabilir. Ben genel olarak saray/kraliyet romanlarına bayılsam da bu bam başka bir roman okumadıysanız gözünüz kapalı okuya bilirsiniz.
Ertesi sabah tekrar yola koyulan kafile bölgenin büyük yerleşim yerlerinden biri olan Madaba'ya geldi. Amaç Maşatta Sarayı'nı gezmekti ve Celül (Jelul) üzerinden Maşatta'ya ulaştılar. Maşatta, terkedilmiş, insanların uğramadığı, hayvanların otlatıldığı bir yerdi. Sarayın oyma süslemelerini o kadar muhteşem bulmuştu ki Gertrude, "muhteşem bir yapı ve acıklı bir durum" diye duygularını belirtti. Her ne kadar Gertrude ve biyografi yazarları bu sarayın Perslerden kalma olduğunu yazsalar da burası Emevi halifelerinin kışlık sarayı olarak 8. yüzyılda inşa edilmiş ve Sasanilere ait motiflerle süslenmişti. Perslere ait olduğu yanılgısı belki de buradan kaynaklanıyordu. Saray İngiliz din adamı, gezgin ve arkeolog Canon Henry Baker Tristram tarafından 1865 yılında bölgede yaptığı gezi sırasında keşfedilmişti. Bu keşiften sonra sarayın muhteşem ön süslemeleri Almanlar tarafından sökülerek Berlin'e taşınmıştı. Bu süslemeler günümüzde hâlâ Pergamon Müzesi'ne bulunmaktadır.
Selahaddin Eyyubi, ketenden ve yünden yapılmış gösterişsiz giysiler giymesine rağmen, hiç şüphe yoktur ki, Müslüman bir hükümdar gibi davranmayı sürdürmüş ve yabancı devletlerden gelen elçileri kabul ettiği zaman saray merasimlerini eksiksiz olarak sergilemeye özen göstermiştir.
Benim neme gerek yıldız, dolunay
Rahatlığa paydos, çileye hayhay
Ne kuştüyü yatak ne ruhsuz saray
Günlerim İbrahim Etem’siz değil!
Açılın açılın kalabalıklar
İçerim zemheri, dışarım bahar
Bir alev halinde geçtiğim yollar
Hallac-ı Mansur’suz, Keremsiz değil!
Uzakların daha uzaklarına
Büyük zaferlerin nur tabakalarına
Seni yazdım ebemkuşaklarına
Ellerim çaresiz, kalemsiz değil!