Biliyorum, bu söze inanmanız zor! Her gün en az 30 kişinin öldüğü ve bir iç savaş yaşandığı günlerde nasıl sakin kalabilirdi ki insan ? Kentin karanlığı daha da artmıştı sanki ama bütün bunlara rağmen hayat devam ediyordu. İnsanlar doğuyor, ölüyor, yemek yiyor, gülüyor, ağlıyor, hasta oluyor, aile ziyaretlerine gidiyorlardı. Herkes korkuyordu ama yine de yaşamını sürdürüyordu. Ben de bu insanlardan biriydim..
Sayfa 70 - Doğan KitapKitabı okudu
Osman Bey bir zaman saygıyla bekledi. Yaşlı adamı daha çok bunaltmayı uygun görmemişti. Şeyh bir şey demeyince, sanki çok yararlı öğütler almış da teşekkür ediyormuş gibi sesini yumuşattı: — Evet şeyhim, ferah olun! Ben bu işin her yönünü ölçüp biçtim, nerden girip nerden çıkacağımı hesaba vurdum. Dayanağım sizlersiniz! Babamın savaş yoldaşları... Uğraşta yenici, barışta düzen tutucular... Çoktandır şeyhim, şunları hiç aklımdan çıkaramamaktayım: Batıya yöneleceğiz! Talan etmeyeceğiz! Din yaymaya çabalamayacağız. Tersine herkesin inancına saygı göstereceğiz! insanlar arasında, din, soy, varlık bakımından hiçbir üstünlük tanımayacağız. Günbatının 'Karanlık Dünyası,' karanlığını yüzyıllardan beri, sınırımıza sürmekte, bizi boğmaya çabalamaktadır. Yolunu kesene kuduz it gibi saldıracaktır. Bu sebeple yükleneceğimiz iş ağırdır. Gireceğimiz geçit derindir. Bu kancık karanlığa karşı diri durmak gerektir. Savaşta düşmandan habersizlik körlüktür. Aldığın haberleri, ulaştır hiç gecikmeden... Ahilerin bizi arkalasın! "Gerekirse para veririz" dedin! Sağol! Gelir isterim, aldığımı öderim! Yüreğimizdekini söyledik! Doğruda bizi arkala! Yanılırsak yakamıza yapış!..
Sayfa 191 - İthaki YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Nefsin tuzaklarına karşı koymak en büyük savaş demektir. Bir kere iki kere, birçok kere bozguna uğradın. Pes etme! Galip gelirsen sanki hiç yenilgi tatmamış gibi mutlu olursun.
Sayfa 150 - Kaknüs Yayınları,7.BaskıKitabı okudu
Sanki savaş ya da kıtlık gibi olağanüstü bir durum bizi bir araya getirmiş,kendimize özgü bir dünyayı paylaşmıştık.
" İçimde büyük bir savaş, bir o kadar büyük de bir kıyım yaşanıyor. Sanki yavaş yavaş kendimi öldürüyorum ve kendimi öldürürken bir yanım da onu kurtarmaya çabalıyor."
Kapıdan geçtiğimizde bizi geniş bir alan karşılar. İçinde savaşı anlatan ahşap anıtların bulunduğu bir meydan. Tamamı ahşaptan oyulmuş bu savaş anıtları son derece etkileyicidir. Toz toprak içinde sürüklenen ve kişnemekte olan atlar, düşmemek için mücadele eden sancaklar, tuğlar, etrafta uçuşan mızrak ve oklar. Bu anıtların içerisinde özellikle iki tanesi dikkatimizi çekiyor. Bunlardan bir tanesi savaşta ölen Macar Kralı II. Layoş'a ait. Gayet usturuplu, başı, gövdesi, eli yüzü düzgün bir anıt. Her Avrupalı turist buraya geldiğinde bu ahşap heykelin ayakları dibine bir gül bırakıyor. Hemen birkaç metre yanındaysa ikinci bir ahşap heykel yer alıyor. Biçimsiz bir sarığın altında kulakları küpeli bir adam. Vücudu yapılmamış, üslupsuz ve çirkin. Sanki bir değneğin ucunda duruyor gibi başı. Daha çok bir korsanı andıran bu heykelin boynuna bir file asılmış. İçinde ise dört tane kesik baş duruyor. Yani güya Kanuni Sultan Süleyman. Bu manzara bizi hiç şaşırtmıyor. Çünkü Avrupalıların yüzyıllardır ağızlarında çiğnedikleri sakız bu. Osmanlı'yı hep barbar, asan kesen, ganimet toplayan gürûh olarak görmek istediler. Halbuki asıl barbarlığı hep kendileri yaptılar. . . . Peşte ve Budin arasında, boğaz gibi akan bir Tuna Nehri. Kanuni, barbar bir insan olsaydı bu güzelim şehri Mohaç sonrası ele geçirişinda ilhak ederdi. Etti mi? Tabi ki hayır. Yeni bir Macar kralı seçtirdi: Zapolya. Macar topraklarını ve başkentini kendisine iade etti. Ondan bir tek şey istedi. Ülkene Karl'ı ve Ferdinand'ı sokmayacaksın.
Sayfa 162
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.