Bir zamanlar bir savaş vardı, ama öyle uzun zaman önceydi,
başka savaşlar ve başka türlü savaşlar yüzünden öyle geri itelendi ki,
orada bizzat bulunan insanlar bile bu savaşı unutmaya meyletti.
Bahsettiğim savaş Crécy Savaşı’nın levha zırhlarından ve
uzunyaylarından sonra, Hiroşima ve Nagasaki’ye deneysel
atom bombaları
Sen, sen olarak yok olmak zorundasın, o zaman gerçek ortaya çıkar. Gerçeğin ne olduğuna dair hiçbir fikre sahip değilsin, rüyalarında bile. Sen gerçek dışısın ve gerçek dışılıkta yaşıyorsun. Rüyalarda yaşıyorsun, uykuya dalmış vaziyettesin. Uyanışın nasıl bir şey olacağını kavrayamazsın.
Yalnızca bir tek şey söylenebilir: Bildiğin hiçbir şeyi
Çok çalışan, humma kurbanı da olan misyonerler inatla,
bazen de umutsuzca görevlerine sarılıyor ve muhteşem bir ruh
hasatına yol açarak özel bir tezahürün, bir dinsel ateş sağanağının
gelmesini bekliyorlardı. Ama Yamyam Fiji inatla direniyordu.
Kıvırcık saçlı yamyamlar, insan bedeni bolluğu devam ettikçe,
tencerelerinden vazgeçmekte
Savaşa dair tek işaret, doğudan batıya doğru kayan bir toz bulutuydu. Pencerelerden bakarak içeri girmek için bir yol arıyordu ve aynı anda yoğunlaşarak yayılırken, insan izlerini hayaletlere çeviriyordu.
Artık sokaklarda kimse yoktu.
1755'te yaşanan büyük Lizbon depremi, yeşeren “modern uygarlığı” Doğa ile savaşa sokmuş, aynı zamanda da İlahi yaratımın hikmeti, inayeti ve adaletine duyulan asırlık güveni baltalayıp neticede ortadan kaldırmıştı. Bu olay, filozofların Doğa’nın alt edilip insanların denetimi altına alınması konusundaki ısrarına muazzam ölçüde ikna edici, hatta adeta perçinleyici bir argüman katmıştı: Doğa’nın gelişigüzelliğinin yerine, aklın güdümünde, titizlikle tasarlanıp gözlenen, kazalara mahal vermeyen, öngörülebilir ve hepsinden de öte kontrol edilebilir bir düzen getirmek ve böylece yeni (insani) yönetim altında, insanların çıkarlarına doğru dürüst hizmet etmeye zorlamak.
“Büyük Savaş” felaketi, hem bilim ve teknolojiye dayalı olan, insanların kurduğu düzenin hikmeti ve faydasına, yaklaşık iki yüzyıldır duyulan güveni zayıflattı, hem de böylesi bir düzenin Doğa’nınkinden çok daha adil ve iyi olduğu inancına dair şüpheler doğurdu.