Oğlu Cüci’ye savaşta ağır davranması, ya da Calalettin’in kaçmasına olanak vermesi yüzünden hiddetlenerek serzenişte bulundu. Şurası muhakkak ki saldırgan ve asi Cüci, askeri heyetiyle beraber ordudan atıldı ve Aral denizinin yukarılarındaki bozkırlara gitti. Nihayet Cengiz Han ordusuna yürüyüş emrini verdi. Bu yürüyüş emri, manevra yapmak ve düşmana karşı yağmada bulunmak için değil, fakat yolunun üzerindeki insan hayatına dair her yeri mahvetmek için verilmişti.
Cengiz Han vaziyetin tamamen farkındaydı. İyi süvari ve mükemmel surette donatılmış bir milyon insanın kendisine karşı yürümeye hazır olduğunu biliyordu. Şimdilik bunların bir tek reisleri eksikti ve onun etrafında bir daire teşkil edecek şekilde on iki farklı krallığa bölünmüşlerdi. Sürü, bu sene başında, on iki tümenden, yüz binden fazla değildi. Uygurların reisi ve Amalik’in Hristiyan kralı, ordularıyla beraber Thian-chan’a dönmek için izin istemişler ve müsaade almışlardı. En iyi sergerdeler, Cebe Noyan ile Subotay, iki tümen ile batıdaydılar. Orhonların en iyisi olan ve Han’ın yanında kalan Tilik Noyan, Nişabur hücumunda hayatını kaybetmişti. Makuli, Katay’da meşguldü. Orhonlar grubu eksilmişti ve Cengiz Han Subotay’ın önerilerine ihtiyaç duydu. Böylece Hazar denizine kadar adam göndererek gözde generalini arattırdı. Subotay davete uyarak Belh şehrine geldi ve birkaç gün Han’la görüşmede bulundu. Müteakiben dört nala 1.600 kilometre uzaktaki karargahına döndü. Han’ın huyu değişmişti. Avlanmayı hiç düşünmüyordu. Oğlu Cüci’ye savaşta ağır davranması, ya da Calalettin’in kaçmasına olanak vermesi yüzünden hiddetlenerek serzenişte bulundu. Şurası muhakkak ki saldırgan ve asi Cüci, askeri heyetiyle beraber ordudan atıldı ve Aral denizinin yukarılarındaki bozkırlara gitti. Nihayet Cengiz Han ordusuna yürüyüş emrini verdi. Bu yürüyüş emri, manevra yapmak ve düşmana karşı yağmada bulunmak için değil, fakat yolunun üzerindeki insan hayatına dair her yeri mahvetmek için verilmişti.
Reklam
DOKUZUNCU BÖLÜM Cengiz Han Ava Gidiyor İki Orhon, Hazar denizinin batısında uzanan yöreyi geçerlerken Han'ın iki oğlu da bugün Aral ismiyle bilinen diğer bir iç denize doğru yöneliyorlardı. Bunların görevi Şah’a ilişkin bilgi toplamak ve onun geri çekilme hattının önüne geçmekti. Şah'ın mezara gömüldüğünü öğrenince, kireç stepleri
“Sessiz duvarlardan şimdi hiç bir kuş sesi gelmiyor. Yalnız uzun gecenin ölü hayaletleri dolaşan karanlıkları içinde rüzgar uğulduyor. Solgun bir ay yağan karın üstünde titriyor. Seddin çukurları donmuş, oralarda sakallan buzdan katılaşmış cesetler ve kan pıhtıları var. Bütün oklar kullanılmış, yayların kirişleri parçalanmış .. İşte düşman
Katay’da askeri tabiye bir sanat olmuştu. Alayların ve savaş arabalarının Asya çöllerinde manevra yaptıkları ve başkumandanın rahatsız olmadan düşünmesi için kendisine mabet kurulduğu zamandan kalma bir sanat olmuştu. Savaş Tanrısı Kvant’ın rahipleri eksik değildi. Katay’ın kuvveti, iyi eğitim görmüş kütlelerinin terbiye ve düzeni ile kalabalık bir insan mahşerinin toplandığı depodan ileri geliyordu. Zayıf tarafına gelince, Kataylı bir general on yedi asır önce, hiç de hayra işaret olmayan şu satırları yazmıştı: “Bir hükümdar, hangi durum karşısında ve hangi şartlar içinde bulunduğunu bilmediği ordusunu bir krallık gibi idareye kalkarsa, ordunun mahvına sebep olabilir. Bu, ordunun ayağına kement vurmağa benzer. Asker bunu hissettiği dakikada orduda nifak başlamış demektir. Ordu bir kere nifaka düşüp de, artık güvenlik kalmadı mı, anarşi yürür ve savaşta yenilgi kaçınılmazdır. ” Kataylıların zayıf yönü, imparatorun Yec-King’de kalarak, ordusunun kumandasını generallerine bırakmasındaydı. Oysa göçebelerin kuweti, bizzat ordusunu idare eden hanlarının askeri dehalanndaydı. Cengiz Han’ın durumu, İtalya’daki Hanibal’e çok benzer. Onun da asker sayısı sınırlıydı. Cengiz Han, kesin bir yenilginin bütün göçebeleri pekala çölden atabileceğini de biliyordu. Bu yüzden şüpheli bir zaferin de faydası yoktu. Fazla kayba uğranmadan, kesin bir galibiyet şarttı. Bu sebeple Cengiz’e, askeri tekniklerde usta kumandanların idare ettikleri ordulara karşı, bölüklerinin manevrasını isabetle yaptırmaktan başka kurtuluş çaresi kalmıyordu.
İki kutba ayrılan Avrupa’da tüm hesapların düğümlendiği Os- manlı Devleti, bütün arayışlarına rağmen yerini bulamamıştı. He­men her devletin kendi özel gerekçeleri, kutuplaşma şartlarını nere­deyse olgunlaştırmıştı. Bu gergin hava içerisinde, tarafları harekete geçirecek kıvılcımlar gelmekte gecikmedi. Bunlardan ilki, 1905- 19O6’da Almanya’nın
Reklam
107 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.