Katay’da askeri tabiye bir sanat olmuştu. Alayların ve savaş arabalarının Asya çöllerinde manevra
yaptıkları ve başkumandanın rahatsız olmadan düşünmesi için kendisine mabet kurulduğu zamandan kalma
bir sanat olmuştu. Savaş Tanrısı Kvant’ın rahipleri eksik değildi. Katay’ın kuvveti, iyi eğitim görmüş
kütlelerinin terbiye ve düzeni ile kalabalık bir insan mahşerinin toplandığı depodan ileri geliyordu. Zayıf
tarafına gelince, Kataylı bir general on yedi asır önce, hiç de hayra işaret olmayan şu satırları yazmıştı:
“Bir hükümdar, hangi durum karşısında ve hangi şartlar içinde bulunduğunu bilmediği ordusunu bir
krallık gibi idareye kalkarsa, ordunun mahvına sebep olabilir. Bu, ordunun ayağına kement vurmağa benzer.
Asker bunu hissettiği dakikada orduda nifak başlamış demektir. Ordu bir kere nifaka düşüp de, artık
güvenlik kalmadı mı, anarşi yürür ve savaşta yenilgi kaçınılmazdır. ”
Kataylıların zayıf yönü, imparatorun Yec-King’de kalarak, ordusunun kumandasını generallerine
bırakmasındaydı. Oysa göçebelerin kuweti, bizzat ordusunu idare eden hanlarının askeri dehalanndaydı.
Cengiz Han’ın durumu, İtalya’daki Hanibal’e çok benzer. Onun da asker sayısı sınırlıydı. Cengiz Han,
kesin bir yenilginin bütün göçebeleri pekala çölden atabileceğini de biliyordu. Bu yüzden şüpheli bir zaferin
de faydası yoktu. Fazla kayba uğranmadan, kesin bir galibiyet şarttı. Bu sebeple Cengiz’e, askeri tekniklerde
usta kumandanların idare ettikleri ordulara karşı, bölüklerinin manevrasını isabetle yaptırmaktan başka
kurtuluş çaresi kalmıyordu.