İnsanı ağır yaralayan her ne varsa, yaşanıp bittiği andaki acısıyla kaçabilseydi, tahammül gücümüz ayakta durmamıza yetebilirdi. Öyle olmadığını öğreneli çok zaman oldu. O keskin acı, o yaralayıcı savruluş hafızamızın korunaklı odalarında ilk anki kadar taze, ilk andaki kadar sarsıcı, ilk andaki kederli var olmaya devam ediyor.
Şiiri kendilerince algılayan ve şekil vermeye çalışanların çağdışı faaliyetleri ise genç zeminin başka varoluş mekanizmalarına kaymalarına yol açıyor. Bunu gelişim de addedebilirsiniz, dağınıklık da. Ben 'savruluş' diye adlandırmaktan yanayım; darbe dönemlerinde akıl danışacak adam eksikliği çekerdik: Ya öldürülmüş olurlardı onlar, ya zorunlu mültecilikte ya da işkencede. Şimdiki nesil de benzer sıkıntılar yaşıyor; danışacakları rehber isimler ya hayatın gelişimine ayak uyduramadıkları için yaşarken ölüler, ya edebi sınıf atlayarak mülteci olmuşlar ya da kendi ruhlarının işkencesi altındalar.
Reklam
- "(...) Ama dediğim gibi, her tülü zorbalık, her savruluş ruhuma ters düşüyor, çünkü tabiatıma muvafık değil..."
Sayfa 143 - (Eckermann, 27.4.1825) -Devrim- Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları: 534Kitabı okudu
Kalabalıklar ona göre gerçekten pek akla uygun yaşayan varlıklar değildi, hiçbir zaman olmazlar, kalabalık haliyle insanlar her zaman duygusal savruluş halindedir, yani sürüdürler bir anlamda.
Sayfa 185Kitabı okudu
Anladım. Düşerken anladım... Bugüne dek kendimi sorguladığımı sanırken yaşadığım her savruluş, her yıkım, her acı, meğer yaptığım onca hesaplaşma, çektiğim onca acı, bu yaralı benliğimi korumak için değil, onun bu hayata biraz daha uyum sağlaması içindi...
Sayfa 126 - GENDAŞ KÜLTÜRKitabı okudu
Reklam
125 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.