Şükrü Tufan,soykırımın ortasında kimsesiz kalmış Boşnak çocuklarının ‘bonbon’ isteyişlerinden öyle etkilenmişki, artık cebinde şeker olmadan sokağa çıkmıyor.
Uygarlığımızın temelinde de yatsa insan dünyasında bilim ve sanattan daha önemli bir şey vardı ve gelecek yüzyılda bu ne yazık ki daha da öne geçecekti. Bilim ve sanattan daha önemli olan bu şey popülizmdir.
Kimse kendini tesadüfen bir yerlerde bulmaz. Bunlar olsa olsa bizim yavaş yavaş bilinçaltımıza dikte ettirdiğimiz arzularımızın şekil bulmuş durumudur.
Sırlar ağırlıklarına göre değişiyorlardı. Örneğin, katillerin, hırsız ve yalancıların sırları ağırdı. Avukatların sırları çok katmanlı, sofistikeydi. Müzisyenlerin sırları yoktur, olamaz. Doktorların sırları hep isimsizdir, öyle kalacaktır. Aşçılarınki en lezzetli sırlardır. Aşıkların sırları çok sıcak ve kıvamlıdır. Ressamların sırları dilsizdir. Politikacıların sırları ümitsiz, uzak deniz kaptanlarınınki sisli, fırtınalı, dalgalıdır. Yazar ve şairlere gelince... Yazar ve şairlerin sırları tehlikelidir! Çünkü onlar hayatın en yakıcı ve mutlak yalnızlığının bizzat tanıklarıdır. Yazarlar ve şairler mutlak yalnızlığı en yakından tanıdıkları için saatlerce, günlerce, aylar ve yıllarca sözcüklerle yapayalnız kalabilirler. Bu çileli çığlığı atabilmek de yalnız kalmayı gerektirmektedir zaten. Bu yüzden yazarlar acının ve sevincin içindeki yalnızlık ve şiddeti çıplak gözle görebilen insanlardır. Ve insan dünyasında hiçbir şey ama hiçbir şey sözcükler kadar ağır, yoğun ve sert değildir.
Bir sırrı çözmek için kapılarını açanlar, sonuna dek gitmek üzere yola çıktıklarını bilen, korkuyla cesaretin arasına meraktan bir köprü örmeyi öğrenmiş olanlardır.
Roman ancak yerleşik kültürlerde yaratılabilen bir edebiyat ürünüdür. Şiir ve onun kız kardeşi olan hikaye göçebe, geleceğe dair somut planları olmayan insan topluluklarının ürünleriyken yerleşik toplumlar roman üretirler.