insanlığın dünyaya ayak bastığından bu yana adalet kavramının dünya üzerinde tam manasıyla vuku bulamadığını düşünüyorum adaleti tam manasıyla tesis edecek şey insan vicdanıdır ve buna bir rota çizecek tek şey inançtır inancını yitiren biri vicdanını da beraberinde yitirir. Asırlardır bize empoze edilen seküler yaşayan, düşünen bir insan prototipi.. Tam manasıyla bencil ve kendisinden başka hiç bir varlığı düşünmeyen rasyonel zeminde rasyonalist akılı ön plana çıkaran , yani mutlak kar amacı göden, duygularından ve vicdani değerlerden uzak robot gibi yaşayan insan kümeleri haline geldiğimizi üzülerek söylemek zorundayım....(beyto)
Fazlur Rahman'da ve onu örnek alan tarihselcilerde asıl olan egemen "Batı kültürü"dür. Fazlur Rahman'da Batı'nın mı yoksa Kur'an'ın mı belirleyici olduğunu, tümel-tikel ayrımını İslam'ın aleyhine yaptığını ve işin vahametini gösteren aşağıdaki alıntı gizlenen niyeti de açığa çıkarmaktadır: "Müslüman modernist () meseleler vazetmeyi seven bir içtimaiyatçı gibi çağdas Batı'dan hür düşünce ile ilgili belirli temel ictimai değerleri alır ve onlari sadece 'meşrulaştırmak'la kalma- yarak, Kur'an'ı bu değerleri destekleyecek şekilde yorumlar." "Müslüman tutucular" elinde Kur'an nasslarının laik-seküler yönetimlere karşı kullanılan eleştiri okuna dönüşmesini önlemek isteyen F.Rahman, İslam modernizminin anlamını "şeriatin muhtevasını değiştirmek" şeklinde belirlemiştir: "İslami çağdaşçılığın bir anlamı varsa, o da değişime, kesinlikle şeriatın muhtevasının büyük ölçüde ve çok yönlü bir değişime tabi tutulması gerektiğidir." Bu alıntılarda da görüldüğü gibi onun için Kur'an, belirleyen değil belirlenen, etkin değil edilgendir. Fazlur Rahman için Kur'an ispatla- maya çalıştığı tezleri için bir araç mesabesindedir. Kur'an şeriati'nin muhtevasını büyük ölçüde değiştirmek için kolları sıvadığını ayan beyan ortaya koymaktadır.
Reklam
İslam'a Tarihselci Yaklaşımın Kırılma Noktaları
Selefiler, İslam'ı hurafelerden arındırmak ve saf aslına uygun anlamak için selef dönemine yani Hicri ilk üç asra dönmenin sart oldugunu söylediler. Islam modernistleri ise bu üc asırlık zaman dilimini daha da daraltarak direkt Hz. Peygamber dönemine, vahyin indiği atmosfere rücu etmenin gerekligini ileri sürdüler. Yaşanmış tarih tecrübesini,
Batılıların "insan hakları” kavramını kutsama larını ele alalım. İnsan hakları bir terkiptir; in- san ve haklardan meydana gelir. İslam'ın insan tanımıyla Batı'nın insan tanımı, haklar tanımı- la onların haklar tanımı aynı değildir, olamaz. İnsan ve hakları tanımlarken kutsaldan bağım- siz ele alırlar. Seküler insan ve haklar tanımı İslam'ın insan ve haklar tanımı kuşatamaz. Çünkü İslam , bu kavramları önce Allah sonra toplum ve insan merkezli tanımlar. Modern Batı ilmi onu tüm bağlardan azade kılıp tanrılaştırarak bir tanımla yapar.
Tarihselcilik nedir ve hangi ihtiyaca binaen dillendirilmektedir?
Kur'an-ı Kerim âyetlerinin indiği Arap toplumunun sosyal ve tarihi gerçekliğine ait olanıyla evrensel olanını tesbit ihtiyacına binaen ortaya çıkmış bir islam'ı yeniden anlama faaliyetidir. Bu zeminde ileri sürülenlere bakıldığında ise tarihselcilik, Müslümanların vahye dair ontolojik ve epistemolojik paradigmasını yapıbozuma uğratmayı teklif eden bidat bir akımdır. Özünde seküler Batı dünya görüşüyle ve bunun ürettiği küreselleştirilmiş dominant kültürle uzlaşma arayışı mevcuttur. Vahyin Müslümanlarca yanlış anlaşıldığını iddia eden ve vahiy eksenli yapılmış içtihatların çağın ihtiyaçlarını karşılamadığı gerekçesine dayanarak Müslümanların vahiy tasavvurunu değiştirmeyi öneren nevzuhur görüştür.
"ÖNCE ZİHNİ ARINDIRACAKSIN..."
– Bizim yapmamız gereken şey, ümmîleşmek. Tasavvuf bu işin özüdür. Ama hikâye şu: Burada aşağılık kompleksini yıkmamız lazım. Burada hikâye, ilim-irfan hikmet yolculuğu. İlim yolculuğu Mekke süreci, irfan süreci Medine süreci eşittir hikmet yolculuğu. Seküler zihin yapısından kurtulmamız lazım ilim nerede başlar hikmet nerede başlar onu bilemeyiz. İlimde hikmetin tohumunu ekiyorlar. O hadis sadece âlim kişiliğini kapsamaz. Arifi de kapsar, hâkimi de kapsar. O dallanıp budaklanır filan. Ne kadar güçlü bir hadis değil mi? Tasavvuf nedir, kişinin kendini saflaştırması. Arı duru hale getirmesi. Ümmîleşme dediğim şey bu. Bizdeki sanat tasavvurunun da, eğitim tasavvurunun da siyaset tasavvurunun da merkezinde burası var. Oradaki saflaşma tecrübesi var. Eğitim sistemini geliştireceğim zaman, iki tane sütun var ilim ve irfan. Hazreti Peygamber’in “ehli suffa” ile yaptığı şey ne? İki model var medrese ve tekke. Zihni ümmîleştirerek ümmetleştiriyor. Ümmileşmeden ümmetleşilemez. Zihni arındıracaksın önce. Ondan sonra hilafetten filan bahsediyor. Şu an hilafet olmaz. Benim halife olmam lazım. Her müminin teker teker bu hilafeti hak etmesi lazım. Hilafeti sadece kuru bir siyasî organa dönüştürmek ne kadar tehlikeli bir şey. O organ kendiliğinden oluşur. Önce kendim olacağım ki hilafet de kendiliğinden gelsin..." (Akademya Dergisi, III. Dönem 5. say- Güz/Ekim 2018, "Salih Mirzabeyoğlu Özel Sayısı" Vesilesiyle Yusuf Kaplan' la Röportaj)
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.