Abbûd, “selamun aleyküm” dedikten ve ben onun selamını aldıktan sonra konuşmasına şöyle başladı: “Nasılsın kalbimin sevgilisi, yüreğimin çarpma sebebi, sevgi ve güzellik kaynağı, yaban kekiğim, güzel Filistin nergisi?”
Gözlerini bana dikmişti. Ahizeyi çalıştırdıktan sonra şöyle dedi:
''Selâmun Aleyküm.''
Az kalsın merhaba diyecektim. Neyseki toparladım ve şöyle karşılık verdim: ''Ve aleyküm selâm ve rahmetullâhi ve berakâtüh.''
Türkiye'deki kavga selamlamalarda da kendini gösterir. Kimileri kasıtlı olarak selamun aleykum derken, kimileri de kasıtlı olarak merhaba demeyi tercih eder.
Selam vermek sünnet, selamı almak ise farzdır. Nisâ Sûresi’nin 86. âyet-i celîlesinde -meâlen-: “Ve size bir selam verildiği vakit, hemen ondan daha güzeli ile selamda bulununuz veya onu aynı ile iade ediniz.” buyurulmuştur.
Bu âyet-i celîlede selama ya daha güzeli ile yahut misliyle cevap vermenin lâzım geldiği bildiriliyor. Cevabın daha güzel olması -eğer selam veren yalnızca “selâmün aleyküm” demişse-; “aleyküm selam” denildikten sonra devamına “ve rahmetullâhi” lafzının ilavesiyledir. Eğer selam veren onu da söyledi ise " “ve berekâtühû” ilave edilir. Böyle verilen selam ise, selamın (sevap kazanmak, insanlar arasında sevgiye sebep olmak gibi) faydalarının elde edilmesini ve devam etmesini talep etmektir.
İşte bu yüzden derim ki; "Selam gönülden gönle sıkı sıkıya bağlanan muhabbettir. Medeniyettir, nezakettir, her dem artan ve arttıkça hayatımızın lezzetini tamamlayan leziz bir yemek gibidir...
Usul gereği en kıdemli tabur komutanı tekmil haberi verir. Mustafa Kemal Bey alaya yaklaşınca gür bir sesle:
- Merhaba asker, dedi.
O tarihlerde yoklama ve teftişlerde komutanlar askere:
- Selâmün aleyküm... derler, asker de:
- Aleyküm selâm... diye cevap verirdi. Alışmadığı bu tek kelimelik selâm karşısında asker biraz irkildikten sonra aynı kelime ile cevap verdi. İşte o tarihten sonradır ki orduya bu tek kelime ile selâm usulü girmiştir.''