İnsan düşüncesinin bir anlam taşıyabilecek biricik tarihini yazmak gerekseydi, yapılacak şey birbirini kovalayan pişmanlıklarının ve güçsüzlüklerinin tarihini yazmak olurdu.
Sonra bakıyordum etrafıma, ben olmasam da bu sokaklar olacak, bu caddelerde yürünecek. Yokluğumun hiçbir etkisi olmayacaktı buraların varlığı üzerinde. Ve kendimi tüm bunların anlamsızlığını düşünürken buldum.
Ben her zaman uykuda olsam bile ve beni yaratan elinden geldiğince benimle oynuyor olsa bile, burada benim varolmamın doğruluğu kadar doğru olmayacak bir şey var mı?
Ama durmak yok, dün girdiğim yolu tekrar yürümeye başlayacağım ve bu kez en ufak kuşku içeren her şeyi baştan sona yanlış biliyormuşcasına eleye eleye yol alacağım, ta ki kesin bir şey bulana kadar ya da hiç böyle bir şey yoksa, en azından hiçbir şeyin kesin olmadığının kesin olduğunu öğrenene kadar.
Bir mahkumdan hiç farkım yok, hani rüyasında gördüğü hayali bir özgürlüğün tadını çıkaran, sonra uykuda olduğunu fark etmeye başlayınca uyandırılmaktan korkup o tatlı hülyalara isteyerek göz yuman bir mahkumdan.
Sevenin sevilenden daha tanrısal olduğu, çünkü tanrının sevilende değil, sevende bulunduğu fikrini söyledi - içinden özlemin bütün muzipliği, en gizli hazzı taşan bu düşünce, dünyanın en sevdalı, en alaycı düşüncesiydi belki de.