Benzetmelerinin güzelliğinden öykü içinde bulunan ana konuları kaçırabiliyorum. O kadar temiz bir dil tekrar başa almaktan hiç gocunmuyorum.
Türkiye'de durum öyküsü denildiğinde akla ilk gelen isimlerden yazar. Olay anlatmak yerine gündelik hayatta bizim için çok sıradan olan bir olayı yahut bir kareyi guzellemeleriyle dolduran yazar, benzetmeleri ile süsleyerek öykülerine heykeltıraş edasında şekil veriyor. Kitabın ismini de aldığı semaver öyküsü ben de en çok yer edinen bölüm oldu ; " odanın içini kızarmış bir ekmek kokusu doldurmuştu. semaver ne güzel kaynardı."
Seninle bir şehrin ücra kasabasında, sonbaharın başdöndürücü renkleriyle, kapitalist dayatmalara karşı bir kaç insanın daha inatla direndiği ,elleri nasırlı tütünün acı kokusu üzerine sinen, kasketli şapkasının simetrik duruşuna dahi aldırmayan, gözlerinde çocukluğunun kayboluşundan soluk gözleri ile ellerinin nasırlı duruşuna inat çaydan kara kaderiyle hazırlanan, kahvehanede karşılıklı üzeri karanlanmış en az sahibi kadar yaralı bir masada sohbet edip dünyayı sessize alamaz mıyız?