Dünya bir kütüphane keşfedilmeyi bekleyen. İçinde yaşadığın şehir bir eser açılmayı bekleyen. Aşk da, insan da bir kitap okumayı bekleyen...
Tereddüt eder insan bazı bazı. Şüpheye düşer sevdiğinden de sevildiğinden de. Gölge olmadan güneş, şüphe olmadan aşk olur mu? Bir insanı haftada yedi gün, günde yirmi dört saat aynı şekilde, hiçbir iniş çıkış yaşamadan sevmek mümkün mü? Hele seneler boyu. Mümkün değilse şayet neden bu zorlanıyoruz sevdiğimiz insanları, sevmediğimiz anlar, hatta sevmediğimiz günler olduğunu kabul etmekte?
Reklam
Keşke söyleyebilsek birbirimize dürüstçe: "Seni seviyorum ama şuan değil. Seni görmek istiyorum ama bugün değil." Keşke kırılmasak bunları duyduğumuzda, rahat olsak, anlasak. Nasıl da tahammülsüz davranıyoruz, aşk söz konusu oldu mu şüphenin kırıntısına dahi. Totaliter aşklarımız. Yayılmacı, işgalci, tahakkümperver. Sevdiğimizin benliğinin haritasında ele geçiremediğimiz tek bir köy ya da kasaba bile kalmamalı. Emin olmak istiyoruz, yüzde yüz, yüzde beş yüz. "Seviyor musun beni?" diye soruyoruz durup durup. Yetmiyor gelen cevap, kesmiyor. "Hep sevecek misin beni?" diyoruz bu sefer. Şimdiki zamanı kontrol etmek, ettiğimizi sanmak yetmiyor; geleceği de ipotek altına almak istiyoruz. Gelecek beş, on, kırk, elli yılı. "Ölene kadar seveceğim" yemini ne kadar temelsiz aslında, boş bir dayatma. Şu anı bilebiliriz sadece, koca bir ömre dair edilen her taahhüt, özünde zorlama. Tereddüt inancın da, özgüvenin de, aşkın da olmazsa olmazı. Şüpheye ve çelişkiye yer vermeyen aşklar, yalan aşklar!
“İnsan, kendine benzemeyenden öğrenir.”
“İnsanoğlu, insankızı isteyince ne kadar şefkatli,isteyince ne kadar cani…”
Keşke söyleyebilsek birbirimize dürüstçe: "Seni seviyorum ama şu an değil. Seni görmek istiyorum ama bugün değil." Keşke kırılmasak bunları duyduğumuzda, rahat olsak, anlasak.
Reklam
Ne yalpalamadan yürümek mümkün öyleyse, ne yolunu kaybetmeden ilerlemek
Karşıtından beslenir insanı var eden, yukarı çeken nice özellik.
Ne olan ne de olmayan ilişkiler
Tavsamaya yüz tutmuş bir ateş gibi kendi kendine tüter ilişkiniz. Ne uzaklaşabilir ne katlanabilirsiniz. Ne olduğu gibi sevebilir ne hepten vazgeçebilirsiniz.
Getto
Demek ki biz, bizlere çocukluktan itibaren söylenen tüm önyargılara ve kalıplara rağmen zihnimizin duvarlarını aşabiliyor, birbirimizi sevebiliyor ve sevilebiliyoruz. Demek ki insan, her yerde insan. Dünyanın her yerinde benzer hüzünleri, aşkları, hüsranları… Ne var ki camdan bir gettoda yaşıyoruz çoğu zaman. Farkında bile olmadan. Cam şeffaf ya, hani arkasını görebildiğimiz için zannediyoruz ki etrafımız açık, açıklık. Halbuki ha tuğla, ha cam, sonuçta katı ve donmuş, sonuçta aynı yalıtılmışlık. Gettoda hayat tekrara ve aynılığa dayanır. Her gün bir öncekinin aynıdır. Her ahbap, her arkadaş bir başkasına benzer. "Adamım" dediklerin aslında seni zihnen daraltır, ruhen kuşatır. Gettoda farklılıklar "yok" denilecek kadar azdır. Rutinden beslenmez insan. Herkesin birbirine benzediği ortamlardan sanat çıkmaz. Edebiyat çıkmaz. Felsefe çıkmaz. Yaratıcılık çıkmaz. Aynılık, sadece kendini doğurur, tek bir sesin yankılarıyla geçer zaman. Bir toplum benzerlikten, monotonluktan, tekrarlardan değil; sentezlerden, yeniliklerden, dinamik ve demokratik bir ritimden beslenir. Insan, şu hayatta bir şey öğrenecekse şayet, kendisine benzemeyenden, kendisi gibi olmayandan öğrenir.
Sayfa 75 - Doğan KitapKitabı okuyor
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.