Yaşananlara dair söylenmesi gereken çok şey var aslında. Bütün bir geceyi uykusuz geçirmene sebep olan şeyleri bir nefeste anlatmak kolay değildir. O kadar çok şey biriktiriyor ki insan! Kimsenin karşılığında bir şey söylemesi de gerekmiyor. Oturup uzun uzun anlatmak, ne varsa söylemek yetiyor çok zaman. Karşındaki bir şey sormasa. Yargılamadan, yüzünü ekşitmeden, saate çaktırmadan bakmaya uğraşmadan, dudak bükmeden dinleyiverse, anlatacak o kadar çok var ki... Şimdi kalkıp da seni seviyorum desem. Söyleyemem ki... Bunu kendime bile söylemeye cesaret edemedim ben. Bunu hissettiğim ilk andan itibaren içimde saklıyorum. Münkesir bir kalbin iç burkan çaresizliğini kimselere söyleyememek de başka bir acı veriyor insana. Oysa karşıma çıkan her insana ilk olarak ve sadece bundan söz etmek istiyorum.
Aynı cevap üçüncü kez verildi: "Ateş nasihat değil, cezadır." Şaşkınlığım artıyordu. Kafasını kaldırdı ve o anda bu adamı tanıdığımı fark ettim. Bir süre önce gece yarısı bir apartman girişinde karşılaştığım adamdı bu. Doğrusu böyle bir yerde karşılaşmayı hiç ummuyordum. Aslında bir daha karşılaşacağımızı da ummuyordum. "Senin ne işin var burada?" "Ateşe vermek değil, oturup bir bir anlatman gerekirdi." "Buraya nasıl düştüğümü kimden öğrendin?" "Sözü yeteri kadar kullanmadın. Doğrunun ne olduğunu biliyorsan, onu taşımanın zorluklarını da göze almalısın." "Olanları nereden biliyorsun?" Ona soru sormamın bir faydası yoktu. Ben ne sorarsam sorayım o istediği cevapları veriyordu. Soru sormamışım gibi ne isterse onu anlatıyordu.
Unutursam Fısılda
Sevgilim, bitanem, sen şu anda melekler gibi uyuyorsun. Sana bi sürpriz yapmak istedim. En güzel şarkımı senin için sakladım. Bakalım bunları ne zaman bulacaksın. Belki de hiç bulamayacaksın, bilmiyorum. Ama içimden bi ses bi gün bu mektubu okuyacağını ve besteyi bulacağını söylüyor. Eğer okuyorsan ve yanında ben varsam şu an bak bana, gözlerimin tam içine bak. Eğer yanında yoksam ,hayat bu ne olacağımız belli değil elbet, şunu bilmeni isterim ki seni hep çok sevdim. Sen benim biriciğimsin peri kızım. Eğer bi gün kavga edersek bu mektup ikimizin de özrü olsun.
"Biz onlara benzemeyiz! Peki neden? Çünkü... Çünkü sen varsın benim yanımda ve ben varım senin yanında, bu yüzden işte..."
Evlenmeyi düşündüğüm kişi birbirimizin en mahrem, en güçlü tanığı olacağımızın farkında mı? En güçlü ve en mah­rem tanık olmanın sorumluluğunu alacak akıl ve duygusal ol­gunluğa sahip mi? İnanç ve değerlerini kendi seçimleriyle oluşturmuş biri mi, yoksa bir kültür robotu olarak kalıplanmış biri mi? Evlilikten Korku Kültürü'nün BEN ilişkisini mi bekliyor yoksa Değerler Kültürü'nün BİZ ilişkisini mi? Duygularının farkında mı? 'Geçim ehli olmak'tan ne anlı­ yor? Haksız olduğunda özür dilemek, gönül almak, ortak de­ğerleri ilişkide yaşatmak gerektiğinin bilincinde mi? Özür di­lemeyi kendine olan saygısını kaybetmemek için mi yapıyor, yoksa gelecek bir kötülüğü engellemek için mi? Karı-koca ilişki­si içinde mahrem, kırılgan, incinebilir yönlerimi açabileceğim bir can dostu mu, yoksa en yakınıma sızmış bir yabancı mı? Evlenmeden önce müstakbel eşinizi tanımaya çalışmak ve anlamak olgun bir insan olarak sizin sorumluluğunuzdur. Evlendikten sonra, "Sen niye böylesin!" diye suçlamak ve onu değiştirmeye çalışmak fayda etmez; yazık olur, mutsuz evlilikler kervanına bir de sizinki katılır!
Sayfa 76
Sen gittin ve ben bunu anlayamıyorum Bitti, gitmeni hiç istemedim O zamanlar ihtiyacım olan güç sendin Bugün yaşıyor musun onu bile bilmiyorum
Son Attığın Kartopunun İçine Taş Sakladığını Bilmiyordum
Bedenlerimiz pencerenin önüne çakılı kalırken ruhumuz üşüyen elleriyle kartopu oynuyordu. Ben seni bilerek ıskalıyordum. Bilerek az öteye atıyordum. Kartopu yanından zarif bir kuş gibi geçip gidiyordu. Beceriksizliğime gülüyordun. Sen bilerek kartopunu göğsüme atıyor, beni yıkmaya çalışıyordun. Her vurduğunda gülüyordun. Ağzın muzaffer ve gülüşle açılırken, gözlerinden alt etmenin mutluluğu ışırken yıkıldım. Sen gülerken yıkıldım. Son attığın kartopunun içine taş sakladığını bilmiyordum. "Ayrılmak istiyorum" cümlesi göğüs kafesi delen bir kartopuydu. içine "aşık oldum anla beni" gibi bir cümle saklamışsın. İkisi bir arada olunca dağ olsan yakalıyorsun biliyor musun?
Bak Tolgonay, sen ve ben kim idik? Halkımız sayesinde büyüyüp adam olmadık mı? Öyleyse iyi ve kara günlerde beraber olacağız, mutluluğu da, felaketi de paylaşmasını bileceğiz. Her şey yolundayken biz de halimizden memnunduk, şimdi bir felaketle karşı karşıya isek, herkes kendi başının çaresine baksın diyemeyiz ya.
Kadiriliği tamamlayıp Halvetiliğe hoplamıştır ve de halife­lik katına kurulmuştur. Ne demektir bu? Yedi daireyi sırayla aş­ tı demektir. Ardından mükaşefe çağı görünür. Mükaşefe, keşif­ ten azmadır. Aslı kul ile Tanrı arasındaki nur ile karanlıktan meydana gelen yetmiş bin utancın gelişmesidir. Halife Tanrıya yakınlığı, zevk aracılığı ile duyar. Bu zevk, Selim Paşanın oğlu Kamil Bey, sizin gibi hamların sandığı günah zevki değildir. Bu zevk riyazetle elde edilir. Sonu vuslattır ama, Osmanlı divanla­ rında aziz köpürterek istenen et vuslatı değildir. Halvetilik de utanç derecelerinin en yükseğidir. Halvetle olur. Velilik merte­ besine bir şey kalmaz ki, her babayiğitin eline geçmez. Çünkü ... Her çünkünün arkasından bir sürü anlaşılmaz söz geliyordu. Kamil Bey bu sersem edici söz kalabalığının arasında kendisini, nasıl olduğunu bilmeden elde nacak çalı çırpı yolarken buldu. Dervişler bir ağızdan ilahiler okuyorlar, "Ben bilmez idim gizli ıyan hep sen imişsin / tenlerde ve canlarda nihan hep sen imişsin" diye höykürüyorlardı.
Kendinle ilgili hiç bir şeyi hiç kimseye açıklamak zorunda değilsin. Neyi neden yaşadığını yalnızca sen biliyorsun. Ne olunca ne yapacağını, neyin karşısında nasıl bir hal takınacağını senin bugüne kadar yaşadıkların belirliyor ve hiç kimse senin şimdiye kadar ne yaşadığını bilmiyor. Seni davranışların sonrası yadırgadıklarında aldırma çünkü hiç kimse aslında seni tanımıyor. "En yakının olduğunu" sananlar bile içindeki seni bilmiyor. Oysa nice yutkunuşlar, yaşanmışlar içinde saklanıyor ve hiç kimse bilmiyor. Îşte "yalnızlığın" burdan geliyor. Bende yalnızım gel kahve içelim. Sen ordan yudumla ben hissederim. Cihad Kök
Ağlamamak üzerine gizli bir sözleşme yapmış gibiydik. Kız kardeşim, ben ve annem. Üç insan, artık bedenlerine sığdıramadıkları acıyı nasıl gizleyebileceklerini hesap ediyordu. Hasta bakıcının getirdiği yeşil ameliyat elbisesi sözleşmenin sona erdiğini bildiriyordu adeta. Ağlamaya başladık. O kadar ağladım ki sonrasında hiç o günkü kadar ağlamadım. Kapıda bekleyen komşu kadınlar teskin etmeye çalışıyordu. Nazlı ellerimi tutup başımı göğsüne yasladı. Bir erkek ancak bir kadında sükûnet bulur. Bir süre sonra sustum.
Gece yarısında saniyelerle yarışıyordum. Annemin odasına girip kollarından tutup "Anne uyan lütfen!" diye bağırarak, ağlayarak sallıyordum. Zavallı annem ne olduğunu hemen anlayıp sıkıca sarılıyordu. Başımı okşayıp teselli etmeye çalışıyordu. Bundan bir türlü kurtulamıyordum. Annemin nefesini ellerimde taşıyordum ve bir an önce ona yetiştirmeye çalışıyordum sanki. Çok fazla yoruluyordum elbette. İnsanın annesine nefes yetiştirmesi ne kadar zordur tahmin bile edemezsiniz. Hele o sırada uyuyakalıp sabah uyandığınızda, annenizin nefesi hâlâ avuçlarınızdaysa yaşayabileceğiniz çöküntünün derecesi anlatılmaz. O yüzden bir dal parçasının üzerinde uyuyordum ben de. Dalmamak için, kendimden geçmemek için...
Kiracıyım Bir Acıya
”Sen yarım kalmış bir aşkın Kaçınılmaz sürgünü, Katlanan göğsündeki kayaya. Sen orda şimdi bir hüznü köpürt, Ben bir çocuğa su vereyim burda. Ben ki kiracıyım bir acıya. Sen imzalarsın sabah akşam Defterini bensizliğin, Bense kanla öderim Kirasını kaldığım evin. Bir takvimi tersten açardık Eğer isteseydin. Sen ey kendisiyle yetinen; Artık suyumuz bulanık, Bir güneş bile olsa sonunda Yolumuz kırık, önümüz karanlık Ve ağır tuğrası alnımızda Padişah yalnızlığın Ama yine de umudumuz kalabalık.”
Metin Altıok
Metin Altıok
KİRACIYIM BİR ACIYA Sen ey kendiyle yetinen; Fosforun yeri gece, Ne yapar gecesiz ateşböceği? Belki anlamsız ve delice Kumrunun inanılmaz yuvası
Resim