Nice basamakla yerden göğün yücesine çıkan bir merdiven vardı. Tanrı, bu merdivenin doruğunda oturur. Düşünceli melekler merdivenin basamaklarında inip çıkar. Meleklerin yaşamına öykünen bizlerin yüzümüzü çevirmemiz gereken merdiven buysa, sorarım size: Tanrının basamaklarına çamurlu ayaklar, topraklı ellerle oturmayı kim göze alır ? Gizin öğrettiği gibi, saf olmayanın saf olana dokunması yasaktır. Peki bizim sözünü ettiğimiz bu eller, bu ayaklar da ne ? Elbette onlar ruhun ayaklarıdır: Açıkçası, ruhun, toprağa tutunan kökler gibi yeryüzüne tutunduğu en değersiz bölümü.
Umarım şeytan sizi işitmemiştir sayın bakan, Şeytan öyle bir işitir ki yüksek sesle konuşmak hiç gerekmez, O halde tanrı bizi affetsin, Zahmet etme, o doğuştan sağır.
Yaşamının hazzı ve aldatmaca yüreğini yeniden deşmişti. Savrulup atılan, toprağın üzerinde kıvrılıp bükülen ve üzerine acıyarak basılan bir mumu ışığı gibi seğirerek sönmek değil, büyük alevler çıkaran bir keyif yangınında sanki rastlantıymiş gibi son bulmak istiyordu. Uçuruma dans ederek düşmek istiyordu.
Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.
Ben her gece ölüyorum. Her sabah yeniden canlanıyorum. Her yirmidört saatlik zaman dilimi hem ölüm hem yaşam aynı zamanda. En sonunda benim Ben’im ve benim Ben’im “Ben” olacaklar.
Zaman yok artık, olan oldu; zaman, geçmiş. Gelecek, zamana sızmakta çok geç kaldı. Onlar için gelecek yok. Hiçbir şey yok artık.
Hiçi hissetmek ne korkunçtur bilir misiniz?