Hepimizde bir son hissi vardır. Hayatlarımızın bir anlatı arayışına çıkmasının sebeplerinden biri de, tıpkı anlattığımız hikayeler gibi, varoluşumuzun da bir gün son bulacağını bilmemizdir.
Zihin kesinlikle çok esrarengiz bir organ, diye düşündüm, başımı pencereden içeri çekerken, her şeyimizle ona bağlı olduğumuz halde hemen hiçbir şey bilmiyoruz onun hakkında.
Çünkü kadınlar, ardında bariz bir neden olmayan ilgiden kuşku duyarlar, saklama ve bastirmaya öylesine alışmışlardır ki meraklı bir göz kendilerine yöneldiği an kaçıp giderler oradan.
Kadın... Hayal edildiğinde çok önemli; pratikte ise tamamıyla önemsiz. Şiir kitaplarını baştan sona kaplar ama tarih kitaplarında adı bile geçmez. Kurmaca edebiyatta kralların ve fatihlerin hayatlarına hükmeder, gerçek hayatta ailesinin parmağına zorla bir yüzük geçirdiği herhangi bir delikanlının kölesidir. Edebiyattaki en ilham verici kelimeler onun ağzından dökülür; gerçek hayatta ise güç bela okur, kelimeleri zar zor heceler ve kocasının malı durumundadır.
Birbirimizi anlayamayacağımız korkusuyla, sözcükleri gerektiğinden çok fazla kullanıyoruz. Konuşmamanın, iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz.
Tüm mesleki, toplumsal ve cinsel ilişkilerimizde, her şeyi önceden bilmek ve denetlemekten hoşlanırız. Gerçekten denetleyemedigimiz tek şey olan düşlerimizi de ya unutur ya da bastırırız.