Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Serdar Çörekçioğlu

Namusluluk Üzerine
"Ormanda yaşamayı, şehirde yaşamaya yeğlerim. Niye mi? Çünkü şehirlerde çok azgınlık var. Azgın bir dişinin eline düşmektense, bir katilin eline düşmek daha iyidir. Şu erkeklere bir bakın. Bir kadınla yatmaktan başka, dünyada başka bir şey tercih etmediği nasıl da gözlerinden okunuyor. Ruhların dibi bataklıktır. Bataklıkların bir de zekası varsa, ne yazık!... Hiç olmazsa hayvan olsaydınız; fakat hayvan olmak masum olmak gerekir. Duygularınızı öldürmenizi mi önersem?... Duygularınıza namus öneriyorum."
Sayfa 51 - Kum Saati YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplandı. O gün içın en önemli ihtiyaç, savaşacak asker ihtiyacıydı. Yirmi seneden beri aralıksız savaşan millet, bitkin düşmüştü, yeni bir savaşa karşı isteksizdi. Çağrılara duyarsız kalıyordu. Onu yeniden ayağa kaldıracak, atağa geçirecek bi "şok" lazımdı. Bu “şok” da Yunan ordusundan geldi:
Sayfa 48 - Panama Yayıncılık
"Sanat", Hayat içindir...
Bütün beşeri çabaların nihâi gâyesi, Hayat'tır; kudretli, yüce, neşe verici ve coşku kaynağı. Bütün beşeri sanatlar, mutlaka bu nihâi gâye'ye hizmet etmek, tâbi olmak zorundadır ve her şeyin değeri, hayat bahşedici niteliğine oranla belirlenmelidir. En yüksek, en hâs sanat, bizde ölü hâlde bulunan hayat gücünü uyandırabilmeli, hayatın zorluklarıyla yüzleşip o zorlukların üstesinden gelebilecek gücü ve iradeyi verebilmeli, kazandırabilmelidir bize. 
Sayfa 161 - Külliyat Yayınları

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Örtü'nün kökeni...
Avrupa'da, Türk kadınlarının Türklerin hayatında erkeklere göre daha aşağı bir rol oynadığı inancı hâlâ yaygındır. Avrupalılar, bizim geleneklerimizin pek çoğunu, özellikle de örtünmenin psikolojisini yanlış anlamışlardır. Örtü'nün kökeni, erkeklerin kıskançlıkları değil, aksine, kadının kutsal olduğu inancıdır; hem de öylesine kutsal bir varlık olmasıdır ki, yabancı birinin bakışının onun üzerine yogunlaşmamasını sağlamak esastır. “Mahrem” kelimesinin Arapçadaki anlamı, hiçbir yabancının giremeyeceği “kutsal yer”dir.  Örtü uygulamasının daha başka nedenleri de var. Bunlar nitelik bakımından biyolojik nedenlerdir. O yüzden onları burada tartışmam pek mümkün değil. Burada sadece bu kurumun icat edilmesinin gerisinde neyin yattığına dikkat çekebilirim. Kadın, hayatta çok belirgin bir şekilde yaratıcı bir unsurdur ve tabiattaki bütün yaratıcı güçler, gizli (ve gizemli)dir. 
Sayfa 84 - Külliyat Yayınları
İmân ve İslâm Kuvveti
Bu millet, iman ve İslamiyet kuvveti sayesindedir ki; bir beylik iken, büyük bir imparatorluğun temellerini kurmuş ve cihana hakim olmuş, tarihi dolduran, şehametli zaferler kazanmıştır. Düşmanların muazzam maddi kuvveti karşısında teçhizatça zayıf olduğu halde, dünyanın dev kuvvetlerini mağlubiyete düçar etmiştir. 
Sayfa 76 - Sebat Yayın Dağıtım
Reklam
nefs felsefesi ve mutluluk dersleri
"İnsanın önüne konan menüdeki yemek isimleri onu cezbedebilir. Ama o menünün elinden alınma sebebi, listedeki yemeklerin asıllarının gelecek olmasıdır. Menünün gitmesi, yemeklerin de kişiden uzaklaştığı anlamına gelmez. Gelen menüyü asıl sunum zannedip onun gitmesine üzülen birinin aklı başında değil demektir. İşte dünyadaki nimetler de cennet nimetlerinin fihristi, menüsüdürler; âhiretteki asıllarına ait dünyaya düşen gölgelerdir. Ahiret nimetleri, dünya nimetleri görüntüsüne büründürülerek insanın karşısında listelenmiştir. Dünyevi nimetler, cennetin davet edicileri, hatırlatıcılarıdır. " Mecit hocamın kalemine sağlık. Kitaba yeni başladım ama herkese tavsiye ederim. Dünyanın gelip geçici olduğu ve döneceğimiz yer itibariyle ahiretin bizler için önemi bu kadar güzel anlatılabilirdi. #mecitömüröztürk #haletiruhiye
Sayfa 29 - hayykitapKitabı okuyor
   İşte ey kendini insan zanneden insan! Madem mahiyetin böyledir, seni yapan ancak o zat olabilir ki dünya ve âhiret birer menzil, arz ve sema birer sahife, ezel ve ebed dün ve yarın hükmünde olarak tasarruf eden bir zat olabilir. Öyle ise insanın mabudu ve melcei ve halâskârı o olabilir ki arz ve semaya hükmeder, dünya ve ukba dizginlerine mâliktir.
Bilim bizi insanlaştırır mı yoksa ...
Aslında, insan-tabiat ilişkisine hiç değilse “ilgi duyan” ların yüz yüze geldikleri bunaltının kaynağı, genellikle, teorik mülâhazalardan daha çok, modern bilimin “uygulanmasından” sonra ortaya çıkan savaşların inanılmaz vahşet tablosudur. Bu alanda sonu gelmeyecek tartışmalar sürüp gitmekte ve bugünlerde sık sık görüldüğü üzere, kesinlikle zeminin tam hazır hale gelmemiş olmasından kaynaklanan çözümsüz durumlar ortaya çıkmaktadır. Kimileri uğrunda savaşılacak ve hatta ölünecek bazı şeyler olduğuna inanmakta, kimileri ise insanın yeryüzündeki hayatının nihai sonuç olduğunu, bu yüzden de ne pahasına olursa olsun (hatta bunun için insanı hayvandan ayıran şeref duygusunu kaybetmemiz gerekse bile) bu hayatı tehlikeye atmamak gerektiğini düşünmektedirler. 
Sayfa 162 - İnsan Yayınları
İşte o hayat dolu arsızlık...
Ben bu çılgınlığın ortasında fırtınalı denizdeki bir kaya gibi soğuk ve kıpırtısız duruyordum ve o an nele hissetmiş olduğumu şimdi bile tam olarak söyleyebilirim. Elbette öncelikle bu tuhaf hareketlerin gülünçlüğü ve taşkınlığın bayağılığı karşısında duyduğum küçümseme vardı, ama kendime itiraf etmekten hiç hoşlanmadığım başka bir şey ise karşımda gördüğüm bu fanatizmdeki hayata yönelen hararetli tutkuyu, böylesi bir heyecanı kıskanmış olmamdı. 
Sayfa 14 - Türkiye İş Bankası Yayınları
Azazilin Şeytan olması...
Dikkat edilirse Azâzil* Cenâb-ı Hakk'ı bilâ sıfat ya'ni amâ-i mutlakında inkâr etmiyordu, bilakis zât-ı ehadiyyeti ikrar ve daima ibâdet eyliyordu. Fakat ne yazık ki bu kadar zühdüne rağmen marifet cihetinden şirk-i hafide kalmıştı. İşte o gizli şirk, Ademin mazhariyyet-i Hakkaniyyesine ve mazhar olduğu cilve-i nuraniyyesine perde oldu da ona göstermedi. Zavallı sandı ki; Cenâb-ı Hak, zâtından bir gayrisine secde etmek içün emrediyor. İşte o Azâzil'in ma'rifetinin fikdânı, izzet-i nefsâniyyesinin isyan ve ihtilâlini mucib oldu. Evet, onun içün Âdem'i istirkab etdi. Bilmedi ki istirkab** etdiği Âdem değildir. İşte bu cehli yüzünden vahdaniyyet zevkından ebediyyen mehcur kaldı."  *Şeytanın kovulmadan evvel ki ismi **Kıskanmak
Sayfa 146 - Ş.Yeşil KitabeviKitabı okuyor
Reklam
Ey hakikat yolcusu!
Ey hakikat yolcusu! Tasavvuf belli başlı iki neş'eye ayrılır: Biri: Müessirden esere intikal usülüdür. Şeyh-i Ekber Muhyeddin-i Arabi Hazretlerinin zevkleri budur. İkincisi: Eserden müessire intikal usülüdür. Bu neş'enin sahibi İmam-ı Gazali Hazretleri olup birçok mutasavvıfin bunu ihtiyâr etmişlerdir. Birinci usüle sahib olanlar şöyle derler, ya'ni müessirden esere intikal tarikını tutanlar buyururlar ki: "Bakınız güneş doğmuş, âlemi nur kaplamış, her şey münevver olmuş, bu nur sayesinde renkleri ve şekilleri görüyoruz. İmdi bu nur, bu mevcudiyeti isbatdan müstağni kılacak suretde bedihi ve bu renklerin ve şekillerin rü yetine yalnız onun mevcudiyeti sebeb iken o nüru meşküli bir şey farzedip de onun mevcudiyetini renklerle ve şekillerle isbata kalkışmak beyhude külfettir. Ma'nâsız cidallerle zevk-ı ma'rifetden nefsi mahrum etmek ve ni'met-i mevcude ve hâzıradan haksız illetlerle istifade etmemek demektir,"
Homo İspanüs inkarı...
Bu kafadır ki bir İspanyol «Oryantalistine» şu sözleri söyletmektedir : «İspanyol adamı («homo ispanüs» diyor ona...) İslâma karşı verilmiş birkaç yüzyılık savaşın eseridir...» Sanki İslâm kültürü, İspanyol kültürünü meydana getiren en önemli katmanlardan biri değil de bir yabancıymış gibi... Sanki Kurtuba Müslüman üniversitesinin yüzyıllar boyu saçtığı ışık ve Granada Elhamra'sının san'atı hiç yokmuş gibi... Bir başkası İspanya'nın bütün müslüman san'atını Romalılara ve Vizigot'lara bağlamaktadır: «El hamra nedir? diyor. Bu sarayın mimari prensipleri İberya yarımadasına Roma ve Bizans'tan gelmiştir... Büyük Kurtuba camii; güzelliğine diyecek yok fakat önce Aryüs kâfirliğinden esinlendiği kesin...» Bir başkası ise İslâm san'atında Sâsâni İran'ının mirasından başka birşey görememektedir. Bu hüzünlü sıralamayı daha pek çok uzatmak mümkündür. Her ne şekilde olursa Batılı bu san'ata " hayran olsa dahi işin aslı onun Arab-İslâm vasfını yok saymaktadır. Bilhassa bir din olarak İslâmın evrensel uygarlığa getirdiği değerleri görmemezlikten gelmektedir.
Sayfa 166 - Pınar YayınlarıKitabı okudu
Descartes
Batı felsefesinin bir başka «garip» icadı da varlığa karşı olan «süje»dir. Bu süje çok fakir ve çok yıkılmıştır. Descartes, «Ben düşünen bir şeyden başka birşey değilim» düşüncesi ile iyice pekiştirerek «Düşünüyorum o halde varım»ı ortaya atmıştır. Kim neyi düşünüyor? «Sayılara vurabileceğim bu çokluğu ayrıca çeşitli bölümlere ayırabilirim ve bölümlerin her birini ayrı bir değer tanıyabilirim, hepsinin bir başka yüzü, bir başka durumu ve bir başka hareketi olabilir...»  şeklinde düşünen Descartes, dünyanın matematik bir iskeletini çizerken aynı zamanda «üstünlük» ve «yönetme» iddiasından başka amaç taşımayan bir hayali de resmettiğini farketmemektedir.
Sayfa 133 - Pınar YayınlarıKitabı okudu
İlim ile din...
İslâm'ın kilit taşı «Tevhid» ilim ile dini birbirinden ayırmayı reddeder. Tabiatta yer alan herşey Allah'ın varlığının bir «işaretidir». Tabiatı tanıma, çalışma gibi bir ibadet şeklidir. Tanrıya yaklaşmanın bir yoludur. Kur'an ve «hadis» bilimsel araştırmayı teşvik etmekten asla geri durmaz, bu gaye uğruna müslüman olmayanlara da başvurulması gerektiğini devamlı bildirirler.
Sayfa 100 - Pınar YayınlarıKitabı okudu
İmân, bizim naçiz parçamızın, kaynak olan Birliğe ve Tanrısal hürriyete birbirinden ayrılmaz şekilde tekrar kaynayışıdır. İmân aynı zamanda, en sonunda ahenkli bir evrensel toplum yaratan Kanun'a katılmadır. Zira: «İnsanlar tek bir ümmetten başka birşey değildiler sonra ihtilaf ettiler.» (Yunus, 19 ve Bakara, 213) .
Sayfa 67 - Pınar YayınlarıKitabı okudu
79 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.