“Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak,
Öğleden evvel saat on birde Kadıköy’den Köprü’ye hareket eden
vapurun güvertesinde iki genç yan yana oturmuş konuşuyorlardı.
...
“Hayat beni sıkıyor...” dedi. “Her şey beni sıkıyor.
Okul, öğretmenler, dersler, arkadaşlar... Hele kızlar...
Hepsi beni sıkıyor... Hem de kusturacak kadar...”
...
“Bana öyle geliyor ki, hakikaten yapabileceğimiz bir tek iş vardır, o da ölmek.
Bak, bunu yapabiliriz ve ancak bu takdirde irademizi tam bir şey
yapmakta kullanmış oluruz. Sen ne diye bu işi yapmıyorsun diyeceksin!
Demin de söyledim ya, müthiş bir gevşeklik içindeyim."
...
"Kalk, iki gözüm, iskeleye geldik.
Günün birinde ya çıldıracağız, ya da dünyaya hâkim olacağız.
Şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin
şerefine birkaç kadeh içelim.”
Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak,
Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız.
Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak,
Dünya, Âdem aldatıldığını fark ettiğinde, elinden boşluğa düşürdüğü zehirli meyvenin evren ağacının dalına tutunmasıyla tekrar hayat bulduğu kurtlu bir yansımadır. Bu büyük meyvenin kurdu, insanların bitmek tükenmek bilmeyen arzularına bitmek tükenmek bilmeyen bir hırsla cevap yetiştiren Alaeddin’in Sihirli Lambası’ından fırlayan, acemi ruhtur. Acemi Ruhlar Cenneti, bir zavallının işte bu lambadan dilemiş olduğu aciz bir hayal ve aynı zamanda lambadan sızan ruhun da bu hayali ete kemiğe bürüdüğü çok kötü bir dilektir. Hayal gücü geniş olan bu varlığa müteşekkir olmak bu cennetin bir mensubu olmaya yeter bir sebeptir. Bu cennette yaşayan her bir kişi, diğerinin sihri, diğerinin kurdu, diğerinin yalancısıdır. Bu büyük meyvenin cevherinde beslenen ‘’Acemi Ruh’’ modern insanın kurdudur. Thomas Hobbes’un ‘’Homo homini lupus’’ deyişini ters yüz edecek olursak: ‘’Imperitus anima homini lupus est’’ yani tam tersine insan insanın değil de bahsettiğim yavanlıklara haiz beşer, yani acemi ruh insanın kurdudur. Alaeddin’in Sihirli Lambası, her dem yeniden kurulan dünyaya kurtlu meyveler yetiştiren bahçelerin sahibi olan cennet ahalisinin çırasıdır. Bu çıra, acemi ruhların kıyamet gününde sahneye çıktıklarında rollerini tökezlemeden oynamaları içindir. Esas bencillik orada yüklenecektir. Her geçen gün, her acemi ruhu, alıştıra alıştıra, ayrı ayrı kıyamete yaklaştırır. İnsan olma şerefine nail için vize alamayan her şahıs kurtlu meyve bahçelerinde gezinen acemi birer ruhtur. Alaeddin’in Sihirli Lambası’ysa ruhuna rütbe takmak isteyen her acemiyi sahte vizeyle kıyamete yaklaştırandır.