Dostların çokluğu ile yalnızlığın mevcudiyeti arasında hiçbir alaka olmadığını zamanla anlayacaksınız. Ne diyordu şair, ne zaman bir dosta gitsem evde yoklar...
İlla bir şey oldum diyeceksek, diyebilirim ki fena halde tükendim.
Reklam
“Silkeliyorum, ovuyorum, gerektiğinde telliyorum geçmişi. Her gün yeniden başlıyorum, her gün yeniden... Kabul, asla ilk günkü ışıltısında olmuyor hayat; ama yine de, yıllarını anılarını temizlemeye vermiş ağır bir işçi kelamı bırakabilirim şuraya; barış geçmişinle her gün yeniden, yeterince uğraşırsan eser kalmıyor kirden...”
Sayfa 235 - (e-kitap)
“Konuşana kadar herkes sıradan, herkes birbirinin aynısıydı; dertlerimizle farklılaşıyorduk, anlattığımızda birbirimizden ayrılıyorduk…”
Sayfa 195 - (e-kitap)
“Evimizin kapısını ‘kim o’ demeden açmayacak kadar temkinli ama her ‘benim’ diyene kapıyı açacak kadar da saf bir milletin evlatlarıydık…”
Sayfa 176 - (e-kitap)
Giderken herkes hoşça kal diyor; ben de kimseye “Gitme” demiyorum. Gitme demeyince, tekrar gelmiyorlar. Oturup hoşça kalıyorum.
Reklam
Kalbim, tüm vücudum içerisinde, hassaten jeolojik bir öneme sahiptir. Şimdi şu çorak halini görünce insanın inanası gelmiyor tabii ama sizi temin ediyorum, buralar eskiden hep dutluktu.
Kaya Bakkaliyesi
Bir müşteriye elli gram helva tartmak ,teraziye hafif, Şükrü Kaya' ya ağır gelir. Çünkü elli gram helva isteyen adam yalnızdır, o helvayı yalnız yiyecektir. Garibandir, daha fazlasını isteyemecektir.Ve insandır, bütün parasızlıgina rağmen canı yine de helva istemektedir.
“En büyük umutsuzluk, neyi aradığını bilmeden aramak diye okumuştum bir yerlerde…”
Sayfa 153 - (e-kitap)
“İnsan hep hikâye…”
Sayfa 142 - (e-kitap)
Reklam
Fakat hakkını teslim edeyim; çok muhterem zatmışsın Muazzez. Hani tabelanı yaptırıp göğsüme assam, desem ki, "Burada bir muhterem zat yatıyor" seni bekleyen kollarıma çaput bağlarlar, gözyaşlarıma dilek taşları atarlar... Sana tahsis ettik yürek denilen arsayı; koy in cin top oynasın; koy anılar cirit atsın. Anladım, sensiz bana bu dünya dar...
Otuz yaşındaydım. Ama kırk yaşında, elli yaşında da olsan annen hayattaysa ona hep ihtiyaç duyuyorsun. Annen yaşadığı sürece elini ona doğru uzatıyorsun, tutmak istiyorsun.
Konuşana kadar herkes sıradan, herkes birbirinin aynısıydı. Dertlerimizle farklılaşıyorduk, anlattığımızda birbirimizden ayrılıyorduk.
Evimizin kapısını "kim o" demeden açmayacak kadar temkinli ama her "benim" diyene kapıyı açacak kadar da saf bir milletin evlatlarıydık.
“Çocuklar annelerini çok yorduklarında anneler çığlık atıp, ‘Yeteeeeer, ay valla kafayı yiycem bu evde’ diye çığlık atar ya hani. Annem o çığlığı hiç atmadı. Haber vermeden yedi kafayı. Bağırsaydı, çağırsaydı, belki sesini bir duyan olurdu…”
Sayfa 121 - (e-kitap)
1,500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.