Tutmazsan, söylüyorum, şu sandalyede oturup öleceğim. Unutma ki bayım ben erkek adamım. Ben bir beyefendiyim. Bir dost bir yoldaşım. Korkak bir et yığını değilim ben, yüreğimle ve kafamla yaşarım, şu lanet olası gövdeyle değil. Al şu eli sık. Sonra konuşalım.
İnsanoğlu Tanrı'yı ilk çağlarda çoğu kez taştan, ateşten ya da topraktan yaratmış onu ağaçlara, dağlara ve yıldızların arasına yerleştirmiştir. Çünkü insanoğlu kabilesinden, ailesinden ya da sonunda bir insan sürüsü olan topluluğun ne ad vermişse ondan ayrılıp göçtüğünü, yitip gittiğini görmüştür.
Ne ölüsün orda ne de canlı. Bir zamanlar canlıymışsında yavaş yavaş ölüyormușsun gibi, ölme sürecine girmişsin gibi. Gibi değil, öyle. Cüzzamlılar böyle kapatılıp ölüme bırakılır.
Tulagi Dağı'nın karanlık çizgisinin yıldız serpili göğün donuk parlaklığını kestiği gerçekliğinden, denizin ve onun dermanı tükenik çabasıyla aşmaya çalışan kayığın gerçekliğinden ve giderek sönmekte olan gücüyle sonunda kuşkusuz varacağı ölümün gerçekliğinden başka hiçbir gerçekliğin bilincinde olmayan ihtiyar kara adam, kah küreği suya daldırarak, kah soluğunu yitirip dinlenerek yavaş yavaş kıyıya yaklaşmaktaydı.
Eserlerinden bazıları : Halk Avcısı , Demir Ökçe , Beyaz Diş , Güneş Çocuğu , Cinayet Şirketi , Vahşetin Çağrısı , Sevginin Katıksızı , Ay Vadisi , Dehşet Ülkesi , Ademden Önce , İntihar
Her insanın göçüp gittiği karanlığın verdiği korkuyla, daha güzel bir yer, daha mutlu bir avlanma alanı, daha neşeli ve gürbüz bir ziyafet alanı ve şerefine içilecek bir yer inşa edip, adına da "cennet" demişlerdi.