Ertem Eğilmez'in "Süt Kardeşler" filmini yaparken esinlendiği romandır. Ana teması aynıdır, ama iki eser de birbirinden farklı şekilde ilerliyor. Kitabı okurken çok eğlendim. Bu kitabı elektriklerin kesildiği bir köy evinde, mum ışığında sesli okumak vardır ya hayali bile içimi fokurdatıyor.
Muhsine'nin hizmetçi olarak gittiği çiftlikte başına gelmeyen kalmadı; zavallı kız neredeyse delirecekti. Nasıl delirmesin? Odasında aniden beliren tüylüler, hem bahçede davul çalarak oynuyorlar hem de havuz başında meclisler düzenliyorlardı. Bir de büyük hanım vardı ki, cinlere karışmış, cin kocası olduğu söylenir; cin elçisiyle cin dilinde konuşacak kadar kendini geliştirmiştir (yazık kadına). Bir de Gulyabani var ki evlerden ırak. Cam gibi parlayan gözleri, üç katlı bina kadar uzun boyu, bir elinde asası, diğerinde tesbihi, uzun sakallı bir yaratık.
Oysa ortada büyük bir oyun varmış.
Başlangıçta korkutucu ve doğaüstü görünen bu yaratıkların, sonradan dünyevi çıkarları olan ve kostümlerin içine gizlenmiş bir grup insan olduğu anlaşılıyor.
Herkesin adını duyunca titrediği, söylemekten çekindiği Gulyabani, çiftliğin kahyasıymış. Çiftlikte bir görünüp bir kaybolan, Avrupa'dan bile ileri seviye şaklabanlık aletleri üretmiş tüylülerin, aslında hanımın yeğeni ve arkadaşları olduğu ortaya çıktı.
Batıl inançların toplum üzerinde güçlü bir etkisi olduğu, insanların kişisel çıkarları ve intikamları için neler yapabileceğini; korkularımızın çoğunun bilinmezlikten ve yanıltıcı algılardan kaynaklandığı, aynı zamanda bilimsel düşünce ve mantığın önemi anlatılmış.