“Kültürün icadı hemen her şey gibi kamusal hayatın da içinin müphem oluşlara bırakılışının yolunu açtı. Zira kültür sabiteleri mâlum olmayan bir kaptı.”
nedametdergisi.com/2024/03/18/kult...
Nasıl da tuhaf, nasıl da anlaşılmaz oyunlar oynuyor alınyazımız bize! Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavuştuğumuz olmuş mudur ... kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde etmişliğimiz? Galiba bunun tam tersi oluyor hayatta. Kimi, gösterişli ııtların çektiği şık bir araba için yanıp tutuşur ve yanından hızla geçen arabaların ardından özlemle dilini şaklatırken, kiminin şahane atlar koşulu göz alıcı bir arabası oluyor, ama o neye sahip olduğunun bile farkında olmadan biniyor arabasına. Kiminde şahane bir aşçı, ama iki minik lokmadan başka bir şeyin giremeyeceği yüzük kadar bir ağız olurken, kiminin hangar gibi ağzı oluyor, ama onda yiyecek kuru ekmekten başka ara ki bir şey bulasın!
ÇOCUK-SEBASTIAN FİTZEK,376 sayfa
Tüm kitaplarını okuyup bitirdiğim yazara bir süre ara vermiştim.Yeni kitaplarının çıktığını görünce tabi ki sıkı bir hayranı olarak hemen aldım.Kitap aslında yeni değil,incelediğimde 2007 yılında basılmış ama bizde yeni çeviri yapıldığı için en geç biz okuyoruz.
Psikolojik-gerilim türünde benim için artık bir
Mehmet Genç; "Yabancı literatür, çok erken bir yaşta "kendi kendime" öğrendiğim İngilizce ve Fransızca sayesinde etkiledi beni.
Bir de okumaya Nietzsche, Schopenhauer, Goethe, Dostoyevski gibi çok büyük yazarlardan başladım. Ve bunların ikliminde dolaşmaya başladıktan sonra bunlara göre daha düşük düzeyde kalanlarla ilgilenmek, bana "seviye kaybı" gibi geldi.
Ayrıca meslek gereği olarak iktisat tarihçilerini okudum. Fakat benimkisi daha çok bir "kayboluştu". Yola ilk çıkışımda ilk doktora tezimi yazarken başlangıç hipotezlerim "doğrulanmadı".
Fakat neden doğrulanmadı? Bu beklediğim şey neden çıkmadı? diye o "verilerin" üzerine gittim.
İkinci çalışma alanımı bu "kayboluş" oluşturdu"
Elizabeth Özdalga, Tarihsel Sosyoloji, s. 83.
Prof. Dr. Mehmet GENÇ,
Türk tarihçi. Osmanlı iktisat tarihi üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınmaktadır. 1956'da başladığı doktorasını 40 yıl sonra 1996'da tamamladı.
Öyle sahte geliyordu ki her şey ve çok da ben sahteydim ki, yeni geleni onu sevdiğim gibi sevmeye çalışıyor, yüzüne onun yüzünü koyuyor, ellerinde onun ellerini arıyordum.
Bir zamanlar ben de başka türlü düşünüyordum; her şeyi aklımla halletmeye kalkıyordum. Fakat artık dünyada bir tek şeye inanıyorum: O da tecrübe. Sana söylediğim şeyleri otuz seneye yaklaşan bir hayat bana öğretti. Sen de yavaş yavaş yola gelirsin. Benim şurada üç günlük ömrüm kaldı; aklında bulunsun diye bunları söylüyorum. Hayattan fazla şeyler
Bu kitapta tüm karakterler sinirimi bozdu. Tam her şeyi yoluna koydular derken puff! Her şey aslında yalanmış, kendi çıkarları için yapılmış! Evangeline de o kadar yordu ki beni çelişkileriyle kitabı uzattıkça uzattım bir türlü bitiremdim. Jacks soğuk davranıyor ama sanki suç kızdaymış gibi kızıyor, git diyor ama gitti diye kızıyor! Evangeline off kimi istiyorsun bir karar mı versen artık? Bencilce Jacks sana iyi davransın istiyorsun ama sonunda Apollo mutlu sonumuz olsun diyorsun. Şaka mısın?
Yinede ne kadar sinirimi de bozsa çok merak ediyorum sonunu ve bundan sonra olacakları. Sonu öyle bir yerde bitti ki çok üzüldüm ama hâlâ umut var... Var değil mi Jacks?
Konusu ve fansatik evreni çok güzel. Bu yazardan okuduğum ilk kitap ama son olmayacak gibi. Beni kızdırsalarda onları seviyorum ama Apollo yaptığın... neyse. Üçüncü kitapta toparlayın artık!
Keyfim için! Bu da cevap mı ya? Yorgunluk yüzünden! Ağlayan bir sesle söyleyebileceğim şey yok işte... Sen bir öküzsün, ikiyüzlü düğmeyi bir türlü öğrenemeyeceksin! Kanın kurumuş... Öyle ise beygir gibi içini çekmeliydin.
“Gerçi müziğin de insan ruhuna tarifi yapılamayacak düzeyde etkileri var.…”Müzik ruhun gıdasıdır.” meselesi de değil bu… İnsanın aslında bildiği ama bir türlü hatırlayamadığı kadim geçmişiyle ilişkili bir şey olsa gerek. Sanki uykuda olduğu gibi müzik dinletisi esnasında da insanın bedeni inzivaya çekiliyor ve ortamda cismin yerini ruhlar alıyor. kolaylıkla hissedilebilen ancak analitik zekayla açıklanamayan tuhaf bir durum…”
Ansızın bu dünyada hiç yaşamamış olduğu hissine kapılması onu şaşırtmıştı. Bu doğruydu. Hiç hayatını yaşamamıştı. Hatırlayabildiği çocukluk döneminden beri yaptığı tek şey sadece sabretmekti. İyi bir insan olduğuna inanmış ve inandığı gibi kimseye bir zararı da olmamıştı. Hep dürüsttü, kendi çapında başarılı olmuştu ve bir süre böyle devam edecekti.
Ancak bu, anlaşılamaz bir durumdu. Çürüyen barakalar ve büyüyen otların önünde o, hiç yaşamamış küçük bir çocuktan ibaretti.
Öncelikle kitabı çok beğendim. Kayahan Demir’in okuduğum ilk kitabıydı tabi ki son değil
Konusuna gelirsen Yerebatan Sarnıcında düzenlenen etkinlikte olan bir cinayet ve etkinliğe davet edilmiş olan Dedektif Milas’ın cinayeti çözmesi. Yerebatan Sarnıcından Edirne Selimiye Camii’ye kadar uzanan koşuşturma, ipuçlarıyla merak uyandırıyor.
Hayat ki akıp gider bulanık bir su gibi, Korkulu rüyalarla geçen bir uyku gibi...
Çabalama... Kabul et bunu olduğu gibi!
Hayattan fazla bir şey bekleyenler delidir...