Benim çirkef ve ruhsuz mesajıma verilebilecek en tatlı mesajdı. Sezai Karakoç'un 'köşe' şiirinden alıntı yapmıştı. Bu şiiri severdim.
'Konuştun güneşi hatırlıyordum.
Gariptin yepyeni bir sesin vardı.
Bu ses öyle benim öyle yabancı,
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz kardı'
Sezai Karakoç'u çok severdim. Karşılık olarak sadece gülücük attım. Şiiri biliyordum. Devam edecek mi diye cevap olarak sadece gülücük attım. Beklediğim cevap geldi. Şiirin başka bir dizesi:
"Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı.'
Mesajı gülümser halde okurken Esin'in bağırmasıyla yerimden sıçradım.
"Oh! Bize çemkir, kaldır! Kendin otur mesajlaş, gül!"
Kahkaha attım. "Yavuz bana şiir yazmış, yani Sezai Karakoç'un şiirini yazmış da ona güldüm. Biliyorsun kitapları, şiirleri severim."
"Bir de Yavuz'u seversin!" diye bağırdı Betül içerden kafasını çıkarmadan.
Sezai Karakoç'un şairliği üzerine söylenecek pek bir şey yok. Zira kendisi yaşadığı süre boyunca Türk edebiyatının en iyi şairlerinden biriydi.
Şahdamar, Körfez ve Sesler adında üç bölümden oluşan bu kitapta Sezai Karakoç'un en sevilen şiirlerinden 'Kar Şiiri, Şehrazat, Lili, Köşe...' şiirleri mevcut.
Bazı şiirlerinde kapalı bir anlatım ve yoğun imge barındırıyor ama genel olarak anlaşılır ve hissedilebilen şiirler mevcut. Tavsiye ederim, iyi okumalar. Ayrıca burdan Muazzez Akkaya'ya da bi çift laf etmek isterdim ama işte... :)
"Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
Gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir
Sen kaç köşeli yıldızsın"
‘’Evlerinin içi ayna döşeli
Ayna hâtıra gözler ve sevmek
Benim askım bin bir köşeli ah bin bir köseli
Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek
Ayna hâtıra gözler ve sevmek..."
Osmanlı Devleti zayıfladıkça Batılılar içimize girmiş,İslam'a olan inanç ve güvenimizi yıkmışlardır.Bu güven ve inanç çözüldükçe biz de bütün kurtuluşu batılılaşmakta görmeye başlamışız.Böylece,artan, kökleşen bir kültür emperyalizminin,otokolonizasyonunun kurbanı olmuşuz.Yeni yetişen kadro,tam anlamıyla batıya adapte olmuş bir kadrodur. İslam dünyasının her tarafına böyle bir adaptasyon nesli köşe başlarını tutmuştur. Bu nesiller öyle yetişmiş ve yetiştirilmiştir ki batılılardan çok kendi kültürümüze karşı koymakta,direnmekte,savaş açmaktadırlar.
Madem ki oruç, sırrını yalnız bizim bileceğimiz, tekniğini yalnız bizim kavrayabileceğimiz, 20. yüzyılı bile karşısında dilsiz bırakan bir gayb silâhı ve yardımcı melek ordusu, bir ruh yemişi, bir gök armağanı gibi geliyor, zayıfın zayıfı olduğumuz bu çağda, ondan sonuna kadar faydalanmamız, onu tepeden tırnağa kuşanmamız, hakikat düğününün güveyileri olarak onunla donanmamız gerekmez mi?
Onu, ulaşamadığı köşe bucaklara uzatmamız, onu yoğunlaştırmamız, katmerlendirmemiz gerekmez mi?