Bilenler söylediler; insanlar cennette oturup konuşuyorlarmış -dünyadan ayrıntı, hatıra nakletmeyi, sohbet etmeyi severlermiş- fakar dünya hayatında yaşanıp da üzüntü bırakan her şey cennete girerken silindiği için -çünkü cennete üzüntülü girmek yasak- geriye hatırlayacak pek bir şey kalmıyor. Biri demiş ki, mesela Hayati Bekir'e, dünyada tatlı olan bir şey hatırlıyor musun? Yok abi yok, diyor, dünyada tatlı ne var, bir şey yok. Düşün düşün... En son birisinin aklına geliyor: Uyku vardı ya uyku! Hah, diyor, bak o tatlıydı! Tamam, gerçekten yahu, o tatlıydı... Şimdi gelin düşünelim: Seksen yıllık dünya hayatında uykudan başka cennette hatırlayabileceğin bir lezzet yoksa bu ne demektir? Uyku, ölüme benzediği için tatlıdır. Ruh bedenden biraz ayrılıyor ya, o bakımdan... Tamamen ayrılınca gör sen lezzeti... Lezzet, ruhun bedenden tamamen ayrılmasında.
Oysa fiziksel değişimin ve mesafenin yokluğunda, Holmes'un hayal gücü bile tekleyebilirdi. Hatta o gecenin başında teklemişti de. Olayların gerçekte nasıl gelişmiş olabileceğine dair bir tane bile elle tutulur ihtimal düşünememişti. Konu, basit bir etkileşimin ötesine geçen, çok daha temel ve geniş bir şekilde başkasının gözünden dünyaya bakmak
Reklam
Evimizdeki televizyonu düşünelim. Bu cihaz hepimizin bildi­ği gibi elektrik enerjisi ile çalışır. Şimdi de bu elektrik enerjisinin üretildiği binlerce megavat gücündeki bir nükleer santralı düşü­nelim. Eğer biz evimizdeki televizyonu doğrudan bu santralın çı­kışına bağlarsak ne olur? Televizyonumuz o muazzam enerjinin gücüyle anında yanar ve kullanılmaz hale gelir. Çünkü o güce dayanacak biçimde yapılmamıştır. O halde ne yaparız? Santral- dan çıkan enerjiyi bir seri trafodan geçirir, her bir trafoda gücü­nü biraz daha azaltarak evimize kadar getirir ve televizyonumu­zu ondan sonra ona bağlarız. Böylece zarar görmeden kullana­bileceğimiz bir hale getiririz. İşte burada da prensip aynıdır. Bu­rada nükleer santralı Yaratıcı, elektrik enerjisini Sınırsız Işık, te­levizyonu Yaratılış ve trafoları da Hayat Ağacı’nın oluşumları gi­bi düşününüz.
Şimdi yeni krala bakalım. Kraliyetin başkentini taşıma gibi çok önemli bir kararı onun verdiği neredeyse kesindir. Kral, koloni döneminde Hattuş adı verilen otlarla kaplı kentin harabelerine yeniden yerleşti. Annita Hattuş'u yok etmiş ve bölgenin lanetli olduğunu ilan etmişti. Buna rağmen Labarna yeni baştan imar ettiği kente Hattuşa adını verdi.
Cüzdanının içinde duran mavi Polonya pasaportuna bakıyorum. Aynı yerinde. “Bunu geri veremem onlara, veremem. Bir gün her şeyi anlat onlara, anlayacaklarından eminim. Polonyalıların kendileri ne acılar çektiler. Onlara ne kadar minnettar olduğumu, Polonya’yı hep özlediğimi söyle. Münevver yüzünden gidemiyorum oraya artık... Oysa beni o zaman onlar
Geri129
298 öğeden 291 ile 298 arasındakiler gösteriliyor.