Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sina Kabakulak

Sina Kabakulak
@sinakabakulak
(Avrupalı ülkelerin her daim Yunanları destekliyor oluşunun şüphesiz pek çok sebebi var ancak İlber Ortaylı’nın aşağıdaki tespiti bütün bu sebeplere bir de tarihsel dayanak sağlamışa benziyor.) 19. yüzyıla gelindiği zaman beşeriyetin ve Avrupa’nın kafasında şu fikir vardı: “biz ancak ve ancak eski Yunanla var olmuşuz.” Hatta 18. yüzyılda bu daha da abartılıyordu: “Ne ki Yunanistan’da vardır ondan sonra hepsi boştur, tekrarlamadır. Biz yalnızca Helenizm’le var olan modern insanlığız.” Bu, bir Helenizm cereyanıdır ve çok kuvvetli bir akımdır. Bu yüzden Yunan ayaklanması sırasında, Lord Byron başta olmak üzere, oldukça seçkin münevverler gidip Türk cephesine karşı savaşırken ya hastalandılar ya da muharebede öldüler. Bunlar, Yunanistan için ölmüşlerdir. Mesela Lord Byron Türkleri de seviyor, takdir ediyordu, fakat bu onun için mühim değildi; ona göre, hürriyet idealinin yaşaması için Helenlerin Türklerden kurtulması lazımdı. Kendisi bu yolda hayatını ortaya koymuş, hem de Londradaki parlak hayatı bırakıp, genç yaşta Yunanistan'ın bataklıklarında hastalanarak ölmüştür. Yunanistan'ın ilk başkenti Nauplion'da kiliseye çevrilen bir caminin duvarlarında Yunanistan için gelip muharebede ölen Avrupalıların isimlerini görebilirsiniz. Etkisi bugün dahi süren bir Yunan hayranlığı Avrupa'da makes bulmuştur.
Sayfa 162 - Kronik KitapKitabı okuyor
Reklam
10 yıla varan bir sürede Balkanlar, Trablusgarb ve I. Dünya Savagı'nın bütün cephelerinde olgunlaşmış subay kadrosu, Yunanistan’da General Metaksas'ın açıkça ifade ettiği şeyi haklı çıkaracak potansiyeldeydi, ne demisti Metaksas: "Yunanistan küçük ama onurlu ve müreffeh bir memleket olmak durumundadır, macera lüzum yok, İzmir’e çıkılmamalıdır." Sonuçta, zor zamanda bile karşısındaki ordunun kumanda kademelerinin derlenip toparlanabileceğini anlamıştı. Nitekim daha sonra "Hiç değilse İzmir’de kalınmasını, daha fazla ilerlenmemesini de” ısrarla tekrarlamıştı.
Sayfa 160 - Kronik KitapKitabı okuyor
Ancak asıl felaket sözde bir barış anlaşması kılıfı ile önümüze getirilen, çok ağır şartları olan Sevr’di. Türklere karşı, “Avrupa’da yeriniz yok ve Anadolu’da da kim isterse sizden istediğini alır. Kurak Anadolu yaylasının bir tarafına sokulsanız ve İstanbul’da da yaşama hakkı elde etseniz ne nimet” havası hakimdi. Ancak yorgun Britanya ordusunun Anadolu işgalinini yapacak hali yoktu. “Para bizden, can sizden” hesabıyla, Venizelos’un Megali İdea’sı adeta desteklendi.
Sayfa 142 - Kronik KitapKitabı okuyor

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Çanakkaleyi kaybetseydik eğer, diyoruz ki İngiltere gelirdi; Malta‘yı, Kıbrıs’ı, Mısır’ı nasıl aldıysa buraya da yerleşir ve güzelce kendine benzetirdi. Akabinde tepeden belki Rusya da gelir ve biz bir daha oraları alamazdık. Kostantinopolis‘i seyahat kitaplarından seyretmek durumunda kalırdık. 1915’deki muhtemel facia ve işgal, İngilizlerin mütarekede oraya girmesine benzemedi.
Sayfa 118 - Kronik KitapKitabı okuyor
Biz toptan hükümlerle tarih yazıyoruz. Aslında I. Dünya Savaşı, kurmay sınıfın harikalar yarattığı bir savaştır. Bunun üzerinde durulması gerekir. Lüzumsuz olarak, en azından çok erken girdiğimiz ve bu yüzden yanlış tarafı seçmek zorunda kaldığımız I. Dünya Savaşı’nda aslında bu görülür. Yeni savaş tarihçileri I. Dünya Savaşı’nda Türk ordularının, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun ne kadar önemli bir rol oynadığını artık günden güne daha vukufla yazıyorlar ve bizim bilmediğimiz kumandanların isimleri çıkıyor.
Sayfa 114 - Kronik KitapKitabı okuyor
Reklam
Büyük Harp, imparatorluğun yıkımını getirdi. Bugün buna ağıt yakacak değiliz, zira imparatorluklar yıkılmak için kurulurlar. Türklerin imparatorluğu da er ya da geç idare ettiği milletleri, bu memâliki bırakmak zorundaydı. Okullarını ve sınıflarını boşaltacak kadar gençlerini yedek subay harbinde harcamak; demircilerini ve çiftçilerini cephelerde yok edecek ve iktisadiyatı adeta onlarca yıl kalkınamayacak derecede boğazlamak hükümetin ehliyetsizliğinden kaynaklandı. Hükümet, Osmanlı İmparatorluğunu basiretsiz politikalar ve ani kararlarla çok erken ve çok pahalı bir biçimde yok etmişti. Bu aynı zamanda milli sınırları da mahvetmiştir. Unutulmamalıdır ki Misak-ı Milli sınırları içine, mütareke ilan edildiğinde ordunun elinde olan yerler de dahildir. Oysa sonunda bunların bazılarını alamadık. Mesela, Hatay bile takip edilen politikalar ve denge oyunlarından iyi istifade etmek suretiyle ancak 1939’da anavatana yeniden katılabildi.
Sayfa 112 - Kronik KitapKitabı okuyor
Bulgaristan müstakbel önderin, modern dünya kültürünün kurumlarının alınışını ve kültürel değişme sorunlarını yakından izlediği bir alan oldu. Sofya‘daki ilk günlerinde operaya gitmişti. Balkanlar’da Sofya, Bükreş operasıyla birlikte en ünlü olanıdır. Kendisine refakat eden Bulgar Millet Meclisi Üyesi Şakir Zümre Bey’e o günkü temsilden sonra “Adamların Balkan Savaşı’nı niye kazandıklarını şimdi anladım” demiş. Opera bir tertip ve disiplin işidir. İran şahı Türkiye’ye geldiğinde cumhurbaşkanı Atatürk’ün “Özsoy” operasını temsil ettirmesinde bu olayın payı aranmalıdır.
Sayfa 99 - Kronik KitapKitabı okuyor
Balkanların kaybedilmesi hazmedilememiştir. Hatta Atatürk'ün kitapları arasındaki notlarında, Balkanlar ve bazı yerler için “tekrar bize dönecektir" mealinde notlar vardır. Kuzey Yunanistan, Batı Trakya, Güney Bulgaristan ve Makedonya; Türklüğün hazmedebileceği kayıplar değildi ve imparatorluk toprakları değil Rumeli'deki anavatan şeklinde görülüyordu.
Sayfa 93 - Kronik KitapKitabı okuyor
Arap milliyetçiliği, 19. asrın sonunda ortaya çıkan ve daha çok imparatorluk merkezileştikçe güçlenen bir akımdır. Batı tesirinin büyüklüğü, ilk Arap milliyetçililerinin Hıristiyan olmaları veya Hıristiyan Batı tesirinde kalan kimseler arasından çıkmalarıyla anlaşılıyor. Osmanlı İmparatorluğu içindeki milliyetçilik hareketlerini bugünkülerden ayıran en önemli vasıf, bu ulusların belli tarihlerinin bulunmasıdır. Bunlar tarih içinde kurumsallaşıp siyasal topluluk oluşturabilmişlerdir. Tarihte bir Sırp Devleti, bir Bulgar Çarlığı vardır ve bir geçmişe ve siyasal kültüre sahiplerdir. Bugünkü Afrika, hatta bazı Asya ülkelerindekiler gibi değildirler.
Sayfa 56 - Kronik KitapKitabı okuyor
Balkan kavimlerinin bağımsızlık kazanmasında Çarlık Rusya'nın rolünü abartmak, özellikle Türk ve Rus tarihçileri özgü bir hatadır. Mesela Bulgaristan, kendi örgütlenmesi ve mücadelesi sayesinde, 1877-1878 savaşında olmasa bile, bundan çok kısa bir süre sonra bağımsızlığını alabilirdi. Tam anlamıyla olgunlaşmadan dış kuvvetlerin yardımıyla bağımsızlığını alan Yunanistan'da ise bu sakat yapı epey uzun devam etti ve dış vesayet süregitti.
Sayfa 53 - Kronik KitapKitabı okuyor
Reklam
Binaenaleyh, istesek de istemesek de Türkiye askeri bir toplumdur. Dolayısıyla demilitarizasyon, yani askersizleştirme projesi fevkalade manasız ve üstünde düşünülmesi gereken bir süreçtir. Bu bir medeniyetle, onun tarih ve coğrafyası ile özellikle ilgilidir. Kim ne derse desin, Türklerin önde gelen önderleri, yöneticileri, yönetici vasfa sahip olanları asker saflarından çıkmıştır. Mustafa Kemal Atatürk de yani Mustafa Kemal Bey, sonra Mustafa Kemal Paşa da kurmay eğitimden geçmiştir. Mimar Sinan da askerdir; 19. asrın haritacıları, 16. asır gibi 19. asır coğrafyacıları da, ressamlar ve Batı müziğini getirenler de bu saflardan çıkmıştır.
Sayfa 46 - Kronik KitapKitabı okuyor
%42 (203/480)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Gazi Mustafa Kemal Atatürkİlber Ortaylı
8.9/10 · 11,4bin okunma
Nabokov'a göre okur "okuyan" değil "yeniden okuyan"dır. İlk okuma kitapla tanışma gibidir. Ancak okur eseri ikinci, üçüncü, dördüncü kez okuduğunda ana öğeleri bilmenin konforuyla sanatsal detaylara odaklanabilir. Nabokov'un okumaya dair bakışı Flaubert'in "Kişi yalnız yarım düzine kitabı bilse alim olur..." düşüncesiyle aynı yönde. O bir eseri birden fazla okuyarak özümsemeyi okurluk olarak görüyor. Her ne kadar Nabokov okuru yeniden okuyan olarak tanımlasa da maalesef her kitap yeniden okunmaz. Zamanımızın sınırlı olması, okunacak kitapların çokluğu nedeniyle yeniden okunacak kitapları seçip okumalıyız. Unutmamalıyız ki Francis Bacon'ın dediği gibi: "Bazı kitaplar tadılmak, bazıları yutulmak, bazıları sindirilmek içindir."
Sayfa 170 - Destek YayınlarıKitabı okudu
“Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir.” der Ahmet Hamdi Tanpınar. Durağanlığın, eylemsizliğin ve beklemenin yeri... Bu eylemsizlik içindeki doğu insanını Amin Maalouf ise şöyle tanımlar: “Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar...” Burada her şey bu eylemsiz bekleyişe bağlanmıştır, iyi şeyler de kötü şeyler de. Bunun için Doğu’nun Binbir Gece Masalları vardır her şeyin bir anda olup bittiği, bütün dertlerin tasaların bir talih ile bir anda çözüldüğü... Belki de Doğu’nun mutsuzluğunun kaynağı bu bekleyişin oluşturduğu çözümsüzlük ve üretimsizliktir.
Sayfa 147 - Destek YayınlarıKitabı okudu
Mark Twain der ki: “Eğer sabah canlı bir kurbağa yerseniz günün geri kalanında başınıza daha kötü bir şey gelmez.” Ertelemekten kurtulmanın tek yolu en zor ve en önemli işi genel olarak iradenin en güçlü olduğu sabah saatlerinde veya eşraf saatimizde yapmak en akıllıca olanı olacaktır. Mark Twain’in cümlesinde geçen kurbağa bizim için yapılması gereken ama zorluğu veya önemi dolayısıyla ertelemeye müsait olduğumuz işlerdir. Sabah ilk iş olarak kurbağayı yersek bu, arenada ilk rakibini yenen bir gladyatör özgüveniyle diğer kolay işleri daha hızlı yapıp daha çok iş bitirmemize yardımcı olacaktır.
Sayfa 137 - Destek YayınlarıKitabı okudu
189 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.