Türkiye'nin büyük ihtiyaç duyduğu kıymetli eleman ve idareci
yetiştirme işine gerek devletin gerekse özel sektörün önem vermesi şarttır.
Bir fabrika için lazım olan makineler sipariş edilir, gelir,monte edilir ve bir iki yıl içinde faaliyete geçirilir. Fakatiyi bir idarecininyetişmesiuzunsenelere bağlıdır. Türkiye'nin kalkınması için çok sayıda iyi eğitilmiş hukukçu, öğretmen, mühendist, doktor ve sevki idarecinin yetişmesi lazımdır.
Sayfa 33 - Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı: İstanbul, Temmuz 2018Kitabı okuyor
baylar biliyorsunuz Ruslara karşı savaştayız ama savaş sadece füzeyle olmaz kültürel de olmalı Ruslar sadece kaslı kollu işçi köylü çiziyor biz ise sanatı ideolojiden soyutlamalıyız yani Amerikan sanatını yaratmalıyız o yüzden açık açık soruyorum var mı tanıdığınız soyut dışavurumcu ressam + ben tanıyorum abi hem de iki tane Jackson pollock ve Mark Rothko resimlerini görseniz bir s@k anlamazsınız Jackson deli gibi resimlerin üzerine gezinerek boya döküp yapıyor Rothko onu da yapmıyor direkt tuvalet tuvalin ortasında kare çiziyor resim bitti diyor ayı bizi mi s@kiyorsun lan sanat mı bu şimdi diyorum sen ne anlarsın lan davar diyor
- sen nereden tanıyorsun bunları bir insan için fazla değil mi ki soyut dışa vurunca ressam tanımak
+ CIA girmeden önce tekel Bayimiz vardı abi ikisi de alkolik sürekli sipariş götürürdüm kahvaltıyı viski ile yapan insanlar bunlar
-şahane şimdi gidin bu ikisinin resimlerini milyonlarca Dolara satın alın
Özetle şimdiki durumda fakir reayaya olan zulüm ve haksızlık bir tarihte, bir kıtada ve bir padişah memleketinde olmamıştır. Osmanlı topraklarından bir memlekette bir ferde zerre kadar zulm olsa ahiret gününde o ülkenin hükümdarına sorulur, vezirlerden sorulmaz. "Vezirlere sipariş ettim" demek âlemlerin Rabbinin huzurunda kabul edilebilecek bir cevap değildir. Zulme uğramışların soğuk feryatları sülaleleri harap eder. Dertli kimselerin gözyaşları dünyayı suda yok eder. "İnkar ile dünya ayakta durur, fakat zulm ile durmaz". Adalet ömrün uzun olmasına sebeptir. Fakirlerin durumlarının düzene konulması, padişahlar için cennete girme sebebidir. Bu söylediğim sözler benim değil, bilginlerin ve şeyhlerin sözleridir. Güven duyulmazsa onlardan sorulsun. Durum aynen bu şekildedir.
Evde ne yapardı ki? Okur muydu? Yazar mıydı? Öğrenir miydi? Evet. Eline bir kitap, bir gazete geçerse okurdu. Mesela mükemmel bir kitabın ismi çalınırdı kulağına. Bu kitapla tanışabilmek için büyük bir istek duyardı. Sorar soruşturur, kitabı sipariş ederdi. Kitap eline hemen geçerse okumaya başlar, konu hakkında kafasında bir fikir oluşmaya başlardı. Bir adım daha atsa konuya hakim olurdu ama bir süre sonra, sırt üstü uzanmış şekildi kaygısızca tavana baktığını, yarısını okumadığı ve tamamını hiç anlamayacağı kitabın da yanında öylece yattığını görürdünüz. Bir şeylerden soğuması, heveslenmesinden bile hızlıydı.
Utanmayı bir kenara bırakıp gerçeği itiraf ettiğim bugün bile kendi hayatımı değil,başkalarının hayatını yaşıyorum.Fason hayat.Bir gece düşüncelere dalmış boğuşurken aklıma geldi bu laf;o gün bugündür böyle tanımlıyorum,sipariş üzerine yaşanmış,ısmarlama,düşük maliyetli,fason hayat.Doğum günümde sadece bunun hayal kırıklığını hissettim.Uzunca bir vakit kayıtsız kalmaya çalıştığım hatalarım için şimdi pişmanlık,hüzün ve keder duyuyorum.Her şeyin başka türlü olmasını arzu ederdim,olmadı.Artık kim olduğumu,kimin için yaşadığımı doğru dürüst düşünemiyorum bile.
"Uyduruk değil, misinalı kuklalardır benimkisi... Öyle, yüzleri falan gerçekçi olur. Hep nedensel lüzumsuz bir burukluk kondururum kuklaların yüzüne, sipariş öyle gelmese bile. Gülmezler gözleriyle, ağızlarıyla gülseler de. Öyledir işte."
Milton'in Areopagitica'sının yayımlanışının üç yüzüncü yıldönümü münasebetiyle PEN Derneği'nin düzenlediği toplantıya katıldım- söz konusu risalenin basın özgürlüğünü savunmak amacıyla yazıldığını hatırlarsınız. Toplantıyı ilan etmek amacıyla önceden dağıtılan broşürlerde Milton'ın bir kitabı “öldürme"nin günahı üzerine