Asfalta saçılmış kazalarla uğraşıyordum genellikle, davutlu zurnalı al duvaklı cinayetlerle, yorganların arasında şişlenmiş ve fetüslerle, beşinci kattan betona atlamış entarilerle, elleri kolları kopmuş pankartlı patlamalarla... Önce kelimeler anlamını yitiriyordu, sonra sayılar. İkişer üçer, bazen onar yirmişer, hatta bazen paramparça ve birbirine karışmış cesetler geliyordu sokaklardan. Kefenler, ceset torbaları, çöp torbaları, kovalar, süpürgeler, bahçe hortumları, mazgallar, battaniyeler, halılar, hurçlar, vesikalar, listeler ve her şeyin üstünü örten siyah-beyaz gazeteler giriyordu araya, flaşlar patlıyordu, sürmanşetten bol mozaikli, ruhsuz, kelimesiz...  Sonra biz, acılı ezme, kebap, rakı ve muhabbetle, biraz da müzikle, bir şeyler yapmaya, tutunmaya belki, ya da, ya da sadece yaşamaya çalışıyorduk onların arasında. Olmuyordu. Anlamsız olmak dışında başka bir anlamı kalmayana kadar devam ediyordu hayat