Bir günlüğüne insana insan dediğimizi hayal edin. Önce milliyetini söylemeden. İnandığı dinden söz etmeden. İngiliz değil. Amerikalı değil. Fransız değil. Alman değil. İranalı değil. Çinli değil. Müslüman değil. Sih değil. Hıristiyan değil. Asyalı değil. Siyah değil. Beyaz değil. Erkek değil. Kadın değil. (…)
Muhafazakâr değil. Liberal değil. Yalnızca insan. Kaplumbağaları kaplumbağa olarak gördüğümüz gibi. İnsan, insan, insan. Biliyormuşuz gibi yaptığımız şeyi cidden görelim.
Birinci bölümde bahsettiğim zevki o zaman duymaya başladım. Hele subay vakasından sonra oraya gitmeden edemez oldum, çünkü subaya en çok Nevski’de rastlıyor, onu inceliyordum. Daha çok tatil günlerinde gelirdi. Gerçi o da generallere, kodamanlara yol veriyor, aralarında hoşhoş gibi, sokula sokula dolaşıyordu, ama bizim gibilere, hatta daha da
Zencilerin sahip olduğu o güce, beyaz proleteryanın yüreğine korku salma yeteneğine hayranım, (oldukça kişisel bir itiraf olacak, ama) ben de aynı şekilde dehşet salabilmeyi çok isterdim. Bir zenci, salt siyah olduğu için insanları korkutabiliyor, oysa ben aynı sonuca ulaşabilmek için kaşlarımı çatıp sert sert bakmak zorundayım. Belki de zenci