"Yazan kalem siyah benim kaderimi, Kimseler anlamaz perişan halını vay..."
Sayfa 16 - TİMAŞKitabı okudu
Kâsemden şarap kadar yaşam dökülür akıl edip dinleyene. Ait değil uçuşanlar kafasını gömene. İşte bahar: Kargalar, serçeler, ışıldayan yıldızlar. Siyah atlar, nal sesleri, çığlıklar! Toz, toprak, ter içinde afyon çizen kadınlar. Bir çay! İçinde ufak taşlar, üstünden aşan çocuklar. Çıkılacak ağaçlar, söylenecek türküler, dinlenecek masallar. Bir dost yârenliğinde, bir veli huzurunda,bir kâtip kaleminde geçip giden on yıllar. Kâbuslar, tatlı rüyalar, umutlar. Ses ve sessizlik içinde beyaz duvarlar. Kırık bir kalem, bozuk mısralar, uydurulmuş yaşamlar... Sonra bir gün her şey durdu. Çıt çıkmıyordu. Sorularım vardı ama yanıtsızdım sessizlikte. Gözlerim miydi gören, parmaklarım mıydı yazan? Peki kimdi konuşan, neydi söyleten? "Ben neyim, ben?" Yağmıştı gökyüzü yüzüme; "Bir ‘Şey' sonsuzsa o ‘Şey' dışında bir ‘Şey' olma ihtimalin yok. Ben senim, ben!" En ilkel inançlarla en basit arzular, insan zihninin varabileceği en aşkın, en ileri sezgileri ve en yüce kavramları içinde barındırır. Kornelyus'un Ezgisi'nin yüz yetmiş yıla yayılan, yedi ayrı ülkede geçen ve on iki ana hikâyeden oluşan örgüsünde bu zıtlık fazlasıyla kullanılıyor.
Reklam
( kitabın ozeti niteliğinde) “-mustafa mond üçüyle de el sıkıştı; fakat konuşmasına vahşi'ye hitap ederek başladı. "demek uygarlıktan pek hoşlanmadınız, bay vahşi," dedi. vahşi, denetçi'ye baktı. kendini yalan söylemeye, kabadayılık taslamaya, somurtkan bir biçimde tepkisiz kalmaya hazırlamıştı; fakat denetçi'nin yüzündeki güleryüzlü
Sayfa 225
Kafası çağın ötesine şahlanmışken, gönlü çağın eskisine mıhlanmıştır Haziranımın. Böyle leziz Türk kahvesi pişirmeye, alengirli tatlılar yapmaya, tığ işi örgü örmeye, oradan buradan antika eşyalar toplamaya, Kapalıçarşı'dan kumaş alıp giysi diktirmeye, ney üflemeye, türkülere, Fuzuli'nin mesnevilerine, Ahmet ;Hamdi Tanpınar'ın şiirlerine, Tomris Uyar'ın öykülerine, Tomris Uyar'a yazılan şiirlere ve Tomris Uyar'a şiir yazan şairlere, Neşe'nin konuşması gibi yazan Sevgi Soysal'ın öykülerine, kalem-kağıt-insanla var olan edebiyatın ilkelliğine, beden-elişi çalgı-insanla var olan müziğin tanrısallığına, Nina Simone'un sesine, saman kağıtlara, ağır aksak İstanbul vapurlarına, siyah beyaz fotoğraflara, el emeği göz nuru resimlere, simitçilere, Beyoğlu tramvayının koltuklarına, kuruyemişçilere, bayramlara, semaverlere, mektup yazmaya, mektup göndermeye, en çok da mektuba pul seçmeye, uzunçalarlara, ağaçlara, belki insandan bile eski olan rüzgâra delidir Haziran.
Sayfa 201
Yazan kalem siyah..
"Yazan yazıcının kalemi kırılsın." (...) "Yazılarımız..." dedi. "Kalemleri kırılası yazıcılar! Kırılsa, bir daha alırlar. Onların görevi yazmak. Bizimki de yazılanı çekmek..."
Sayfa 167 - Literatür YayınlarıKitabı okudu
"Evvel zaman içinde, Mısır civarında yaptığı tablolarla nam salmış bir ressam yaşarmış. Bir gün bir delikanlı gelmiş yanına; 'Usta bana senin gibi iyi resim yapmayı öğret,'demiş. Ressam, çocuğu tarttıktan sonra, kararlı olduğunu anlamış. Bir zaman sonra da pek sevmiş onu. Gecesini gündüzüne katıp, ona resim yapmayı öğretmiş. En
Reklam
11 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.