“Demokrasi” “halkın iktidarı” anlamına gelir. Peki ama hangi halktan söz edilmektedir? Kuşku götürür bir durum. Bir “sözcük” asla hiçbir şeyi çözmezken, bu kitap bir sözcükle çözülmüş gibi görünen sorunun kimi öğelerini daha önce açıkça ortaya koymuştur.
Önemli olanları, birkaç satırda yineleyelim. VIII. yüzyılda Attika yarımadasında ve onun dışındaki yerlerde başlayan mücadelede iki sınıf karşı karşıya gelir: Mülk sahipleri sınıfı, mülksüzler sınıfı. Mülk sahiplerinin geniş toprakları vardır, mülksüzlerin ise toprakları az, kolları ve sayıları çoktur. Soruna Solon’un önerdiği çözüm, sitenin bütün yurttaşlarına yavaş yavaş medeni ve siyasi haklarda eşitlik sağlayacak bir önlemler toplamından ibaret olacaktır. Demokrasi, her zaman site içinde “yurttaşlar” topluluğunun iktidarından öte bir şey olmamıştır. Burada, çalışanların tümünün, sitenin üreticilerinin tümünün hiç de söz konusu olmadığı hemen görülür. Yalnız ve yalnız yurttaşlardır söz konusu olanlar. Antik sitede, malları üretenlerin büyük bölümü kölelerdir. Demokratik kazanımın sınırı bu noktadadır: Demokrasi asla köleleri ilgilendirmez.
Modern bir büyük sosyolog –hem de sosyologdan öte bir insan– bütün açıklığıyla bunu şöyle dile getirdi: “Antik devletin biçimi ne olursa olsun –monarşik, aristokratik cumhuriyet ya da demokratik cumhuriyet– kölelik döneminin devleti köleci bir devlet idi... İşin aslı aynı kalıyordu: Kölelerin hiçbir hakları yoktu ve ezilen bir sınıf olarak kalıyorlardı.”