Ben yaşlanmanın o tablolardan birine bakmak gibi olduğunu düşünürüm her zaman. Tablonun karşısına geçtiğin an, doğduğun andır. Hiçbir şeyin belli bir anlamı yoktur henüz. Sadece çok fazla ışık ve renk vardır. Ama yaş aldıkça, tablonun önünden biraz geri çekilmeye başlarsın ve resim daha anlamlı bir hal alır. Tüm o noktalar çiçeklere, insanlara ya da köpeklere dönüşmeye başlarlar. Perspektif kazanırsın. Ama eğer sonsuza dek yaşarsan... bu, tablodan uzaklaşmaya devam etmen anlamına gelir ve bir süre sonra o kadar uzağa gidersin ki, tablo sadece uzaktaki küçük bir renk parıltısı gibi görünür. Daha yakınken nasıl göründüğünü hatırlarsın ama bir daha onu o şekilde görme şansın yoktur. Ondan uzaklaşmaya devam edersin, artık hiçbir renk kalmayıp, tablo sadece ışıklı bir nokta haline gelinceye kadar... Sonundaki etrafındaki karanlık o noktayı da yutar, sönen bir yıldız gibi kararır tablo. Ve bunun hüznü çok büyük olur, sizce de öyle değil mi? Sadece sevdiğiniz insanları kaybettiğiniz için değil -bunu hepimiz yaşarız- görüş alanınız bu kadar genişlediği için de acı çekersiniz. Tarihin şahit olduğu tüm trajedilerin tekrar tekrar yaşandığını görürsünüz. Tüm o zamanların altında kalıp, su almaya başlamış bir gemi gibi batarsınız.