Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kürtler, Soğuk Savaş yıllarında hüküm süren gerginliği de adeta kendi varlık mücadelelerini muhafaza etmeye çalışarak atlatmayı denerler. Gelgelelim SSCB'nin parçalanma dönemine girmesi; Türkiye'deki baskıcı rejimin Kürt topraklarında bir çatışma ortamının doğmasına neden olması; Irak'ta Saddam Hüseyin'in 1988'de özellikle Halepçe'de gerçekleştirdiği Kürtlere yönelik acımasız kıyımları ve neticede Körfez Savaşına uzanan kabul edilemez politik tutumları; İran'daki 1979 İslam Devrimi ve 1980-88 arasındaki İran-Irak savaşı; 20'nci yüzyılın son çeyreğini Ortadoğu'nun devletsiz halkı Kürtler için kelimenin tam anlamıyla felaket yılları haline getirmektedir. İşte böylesine çalkantılı bir evrede, Kürt sineması İran'da Bahman Ghobadi'nin ısrarlı çalışmaları sonucunda sessiz sedasız seyrini bulmayı dener. Kürt yönetmen, 1990 yılı itibariyle İran'da birçoğu kısa metraj ve belgesel çalışmalardan oluşan ve Kürtçenin aktif olarak kullanıldığı filmler çekmeye başlar. Bu süreç Türkiye'de de Nizamettin Ariç, Ümit Elçi gibi yönetmenlerin uzun metraj filmleriyle destek bulur ve Kürt sineması reel bir işlev kazanma adına önemli bir adım atmış olur.
Barker Raporu ve AIE:
Amme İdaresi Enstitüsünün kuruluşu, kamu yönetimi alanın­ daki ilk kapsamlı yenilikti. Enstitünün kurulması fikrini filizle­yen Dünya Bankasının 1951 tarihli "The Economy of Turkey-An Analysis and Recommendations for a Development Program" ("Türkiye Ekonomisi-Kalkınma Programı İçin Bir Analiz ve Öneriler") başlıklı raporuydu. Raporu hazırlayan kurulun başın­daki ABD'li James M. Barker'a atfen rapor, Barker Raporu olarak adlandırılmaktadır.
Reklam
Türkiye'de kamu yönetimi disiplininin ilk yıllarına bakıldı­ ğında iki gelişmenin dönüm noktası olarak tayin edilebileceği görülür: Birincisi, 1952' de TODAİE'nin kurulmasıydı. İkincisiyse New York Üniversitesiyle (NYU) yapılan bir anlaşmayla, SBF arasında ABD'li öğretim üyelerinin Türkiye'ye gelmesine ve SBF' den öğretim üyelerinin ABD'ye gitmesine olanak sağlanma­sıydı. Bu iki önemli gelişme, disiplin üzerinde Amerikan kaynak­lı yaklaşımın etki kanalları olarak işlev gördü.
İşletmeci yaklaşımın kamu idaresine uygulanabilmesine kapı aralayan Amerikan kamu yö­netimi disiplini, "verimliliğe" özel bir vurgu yapmakta ve idare mekanizmasını pratik etkinlik ölçütleriyle değerlendirmekteydi. Bu yönüyle, bir sosyal bilim disiplini olmaktan çok bir işletme­yi iyi çalışır hale getirmeyi amaçlayan teknikler bütününü an­dırmaktaydı. Böylece, Türkiye' de kamu yönetimi disiplinininde özellikle örgüt ve metot, personel idaresi, planlama, bütçe tekni­ği, beşeri münasebetler gibi konuların araştırılmasında uygula­ma odaklı ve felsefi-kuramsal bakıştan uzak bir anlayış hakim olmaya başladı.
ABD' de savaş sonrası hızlanan disiplinlerarası uzmanlaşmay­la birlikte, devletin bir bütün olarak incelenmesine zaten mesafeli olan bir ekol, bütünlük anlayışından daha da uzaklaşmıştı. Bu ül­kenin siyasi geleneğinde önemli bir yeri olan ve sistemin devamı­nın teminatlarından sayılan güçler ayrılığı ve "kontrol ve denge" (checks and balances) prensiplerine göre taşra ve idari işlevlerin katı biçimde ayrılması, kamu yönetimi anlayışını da belirlemişti.
Columbia Üniversitesinden doktora derecesi almış olan Muzaffer Şerif de Amerikan kaynak­ larından yaptığı çeviriler ve standartlaştırdığı psikolojik testlerle Amerikan psikolojisinin Türkiye'ye girişinde rol oynamış kişi­lerden biriydi.
Reklam
1950'lerin ortasından itibaren danışmanlık ve zeka testlerine dayanan Amerikan pragmatik psikolojisi Türkiye'de etkili olmaya başladı. Gündüz Vassaf, İstanbul Üniversitesi psikoloji kitaplığının kart kataloğu ince­lendiğinde 1920-1950 arasında kitapların yüzde 80'i Almanya veya Fransa' dan gelirken, daha sonraki yıllarda neredeyse sadece ABD' den kitap geldiğini söyleyerek bu etkinin göstergelerinden birine dikkat çekmektedir.
"Yeniden kuruluş" sürecini anlayabilmek için 1950'ler öncesi birikime kısaca göz atmak gerekmektedir. Cumhuriyet dönemin­ de Türkiye' de psikoloji disiplininin gelişimi incelendiğinde, psi­kolojinin ayrı bir kürsü olarak kurumsallaştığı başlangıç yılları­ma Alman ekolünün hakim olduğu görülür. Nazi Almanya'sından kaçarak Türkiye'ye gelen Prof. W. Peters, hem psikoloji disipli­ ninin kurumsallaşmasını sağlamış hem de ilk psikoloji labora­tuvarını kurmuştu. Bu yıllarda psikoloji, pedagojiyle bağlantılı bir alt dal olarak gelişmekteydi. Ancak Peters'le gelen Alman ekolü Türkiye'de kök salamadı
1950'lerle birlikte Türkiye siyasetinde DP hükümetinin ABD'yle uyumlu muhafazakar liberalizminin yükselişe geçmesine paralel olarak geleneksel Durkheimci düşünce gerilemeye başladı. Bu koşullarda sosyoloji anlayışıyla Le Playciliğin Türkiye' deki ilk savunucularından biri olan Prens Sabahattin'in ismi yeniden güçlü bir biçimde gündeme geldi.
Sosyal bilimler, gerek içerik gerekse yöntem açısından II. Dünya Savaşı'nın ardından tüm dünyada önemli bir dönüşüm geçirmiş ve Amerikan sosyal bilimleri bu dönüşüme damgasını vurmuştu. Bu yönelimi takip eden Fransız ve Alman akademilerinde Amerikan etkisi hızla artmaktaydı.
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.