Gelgelelim hukukun gözünde, kendinizi öldürürseniz tanım gereği aklınız başınızda değildi, en azından bu edimi yerine getirdiğiniz vakitte. Hukuk, toplum ve din, aklı başında, sağlıklı olup da kendinizi öldürmenizin olanaksız olduğunu söylüyordu. Belki de bu otoriteler, intiharın akıl yürütme mantığının, sorgu yargıcının maaşını ödeyen devlet tarafından organize edildiği biçimiyle yaşamın doğası ve değerini şüpheyle sorgulamasından korkuyordu. Sonra, aklınızı geçici olarak yitirdiğiniz ilan edildiğine göre kendinizi öldürme gerekçelerinizin de delice olduğu varsayılıyordu. Bu yüzden ben, Adrian'ın, eski ve modern filozoflara yaptığı göndermelerle birlikte, yaşamın sadece başınıza gelmesine izin veren, değersiz edilgenliğine müdahale eden edimin üstünlüğü konusundaki argümanına pek fazla dikkat edildiğinden kuşkuluyum.
İntiharın her özgür kişinin hakkı olduğu bize felsefi anlamda aşikâr bir şey olarak görünmüştü: ölümcül bir hastalık ya da bunamayla karşı karşıya kalındığında mantıki bir edim, işkence ya da başkalarının kaçınılmaz ölümleriyle karşı karşıya kalındığında kahramanca bir edim, karşılıksız aşkın öfkesi içindeyse görkemli bir edimdi (bakınız: Büyük Edebiyat).
Fatih bu şehir için surlara dayandığında, son Bizans İmparatoru Konstantin kaçmak yerine savaşarak ölmeyi tercih etmiş, nitekim öyle de olmuştu. Şimdi Fatih'in torunları, bu kadim şehri kurşun bile atmadan düşmana bırakıyordu. Ne hazindi...
Biz kırıldık daha da kırılırız
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
Hırsız da bilmiyor çaldığını
Biz yeni bir hayatın acemileryiz
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
Şiirimiz, aşkımız yeniden,
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki