Not: Bu ileti eserleri orijinalinden ve sonrasında Türkçe çevirilerinden okuyan insanların görüşlerinin derlenmesiyle yazılmıştır. Sonrasında sitedeki okurların katkıları eklenmiştir.
Günlerdir çevirmenlerin dünyasına daldım ve haklarında o kadar çok şey okudum ki beynimden dumanlar çıkıyor. Yabancı dilde yazılmış eserlerde en rahatsız olduğum
Konuşma diliyle yazılan ilk kitap, doğrudan sizinle konuşuyor. O herkesten sakladığınız ezik büzük olan kötü yanlarınızla, kaçtığınız benliğinizle, duvarlar ördüğünüz o yanınızla, kimse görmesin diye rengarenk boyadığınız o duvarlarınızdan bahsediyorum.
Tam olarak onlarla konuşuyor. Tek bir farkla Bardamu tam anlamıyla bu yanlarının farkında olan
Allah'a inandıklarını söyleyen fakat O'nun dini için ne zaman , ne para , ne de hayatlarını feda edemeyenlerden olmayalım . Harekete geçelim ve sahip olduğumuz ne varsa hepsiyle Allah yolunda savaşalım .
Bilimkurgu-Çizgiroman ve Manga Etkinliği kapsamında yapacağım ilk incelemem olacak. Bilimkurgu’nun ilk örneklerinden olan Mary Shelley‘nin Frankenstein’ı ile inceleme yolculuğumuza başlıyoruz. #28996895
Bu kitabı okumadan önce, Netflix üzerinden yayınlanan The Frankenstein Chronicles dizisini izlemenizi tavsiye ediyorum. Dizide Londra’nın o
NOT: Her kitap incelemesi doğası gereği bir miktar spoiler içerir ve birazdan okuyacaklarınız bir kitap incelemesi niyetiyle kaleme alınmıştır...
------------------------------------------------
Almanya'da yazar olmak (ya da Alman ekolünden bir yazar olmak diyelim), Brezilya'da futbolcu olmak gibi bir şey... Çok iyi, çok yetenekli de olsan;
Etkinlik kitapları okumaya devam diyelim önce :)
"Sen ne yapmışsın be Tolstoy!" diyerek okuyup bitirdiğim bir kitap oldu Kreutzer Sonat. Kitaba yaraşır bir okuma için, kulaklığımı taktım ve Beethoven 9 nolu sonatını dinlemeye başladım. Bir yanda müzik diğer yanda Tolstoy. Bir yanda kemana ve piyanoya giden aklım, diğer yanda kitabın
Güzel bir söz sarfetmiş bulundum. "Maneviyatın dem tutması." İnsan olarak aslında en büyük eksiğimizin sevgi olduğunu düşünüyorum. Maneviyatın temeli zaten sevgidir. Bunu saf bir şekilde kalbimizde var edebilmemiz, sadece iyi insanların yapabildiğini düşündüğüm bir olaydır. Bu sevginin en yararlı hali tabiki de karşılık bulduğu halidir. Tek başınada kalbi güzelleştirir ama yorar. Çünkü mutluluk, tek bir kalple ulaşılabilecek Bir şey değildir. Her kalbin mutluluğu başka bir kalpte gizlidir. Sadece aşk olarak adlandırmadığınızı düşünüyorum. Manevi bağlar çekirdekte hep iki kalp bulundurur. Bağların kuvveti sevginin derecesinde midir yoksa sürekli ve sonsuz oluşunda mı?
Bana göre sürekliliği daha güvenli elbette. Kısacası iki kalp ortak paydada buluşup mutluluk kapısına eriştiğinde, kapının ardındaki yolda önemli değildir azlık çokluk. Emin olabildiğimiz en kesin yargı mutlu olunacağıdır ki bu, tek
başına yeterlidir. Evet umarım maneviyatınızın dem tuttuğu bir kalp ile karşılaşırsınız. Benim gibi demli seviyorsanız işiniz zor bilesiniz.
Orhan Pamuk, deyince herkesin aklına tabi ilk Nobel alan ilk ve tek Türk yazarı geliyor. Öncelikle Nobel kısmına girmek onu tanımak için bence gerekli. Bir yazarın Nobel Ödülü alabilmesi için ülkesi eğer ki Dünyadaki Güçlü ve Söz Sahibi o meşhur ülkelerden değilse, kendi ülkesi ile ilgili sorunlu olması gerekir. Nobel çünkü kaos sever, entrika sever,
“Ben ne okudum yahu!” tepkisini hepiniz duymuşsunuzdur. Net olarak şunu söyleyebilirim ki, bu tepkiyi daha çok hak eden başka bir kitap okumamıştım. Hayretler içerisindeyim, özellikle son bölüm beni dehşete düşürmüş durumda ve bu inceleme zor olacak. Daha sonsözü gördüğüm anda Ali Ece çığlıklarımı atarak: “Dalga mı geçiyorsun be!” demiştim, çünkü