Farkında olmadan kendime kaygılı olmayı öğretiyordum. Olasılıkların sonsuz olduğu bir dünyada acı, kayıp ve ayrılık ihtimalleri de sonsuzdur. Korku hayal gücünü, hayal gücü de korkuyu besler, ta ki insanı delirtene kadar..
Noktaları sevmeyen bir yazardan bir hikaye, ne de tanıdık…
Müzeyyen: “Hikayeye göre adam, kadını çok seviyor, sevdikçe ruhu büyüyor, ruh eve sığmıyor... Herif kendinden menkul uçurtmanın teki. Ara sıra telleri takılır gibi kadına geliyor.”
Adam: “Fakat” diyor, “Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku.”
.
.
İnsanlar sever, sevmek güzeldir denir, oysa
"Olasılıkların sonsuz olduğu bir dünyada acı, kayıp ve ayrılık ihtimalleri de sonsuzdur. Korku hayal gücünü, hayal gücü de korkuyu besler, ta ki insanı delirtene kadar."
OKUMA KİTABI
Kitapların en harika kitabı,
Aşkın kitabıdır;
Onu dikkatle okudum:
Mutluluk birkaç sayfa,
Formalar boyu ızdırap;
Bir bölümdür ayrılık.
Buluşmak-küçük bir bölümcük,
Fragmanımsı! Ciltlerle dert,
Açıklamalarla uzatılmış,
Sonsuz, ölçüsüz.
Ah Nizami!- Ama sonunda
Buldun doğru yolu;
Çözülmez şey, kim çözer bunu?
Sevenler tekrar buluşacaklar.
___
Evet, o gözlerdi, evet dudaklar,
Bana bakan, beni öpenler.
Kalçalar dar, karın yuvarlak
Cennetteki hazlar gibi!
Var mıydı o kadın? Nereye gitti?
Evet! Vardı, yaşamıştı,
Kaçarken vermişti kendini
Ve tutsak etti bütün hayatımı.
'Bu vedaların çiçeği,' diye fısıldadım. 'Buruk bir ayrılık.'
'Sonsuz aşk anlamına geldiğini sanıyordum,' dedi.
'O mavi menekşe,' diye açıkladım.
(...)
'Mavi menekşeymiş gibi yapsak olmaz mı?'
Giderken kızdığımız her şey nasıl da anlamını yitiriyor.
Geriye sadece hüznü kalıyor mazinin.
Avuçlarımızda tuttuğumuz acının tozuyla el sallıyoruz birbirimize.
Havaya karışan seslerimiz, sevinçlerimiz, kederlerimizle yıkanıyor yolculuğumuz.
Sesi hiç dinmiyor kulaklarımızda
büyüyüp kalbimizde çağlayan o anne dualarının.
Herkes bir hoşçakal kadar yalnız,
Herkes bir veda kadar kimsesiz duruyor kapısında zamanın.
Avuçlarımızı salladıkça dökülen acının önünde diz çöküyor ayrılık.
Görüntüleri yavaş yavaş siliniyor arkada kalanların.
Bütün yolculuklar birbirine benziyor,
Birbirine değiyor yaralarımız.
Toprağın ilmiyle kendine sarılan çiçekler gibiyiz.
Rengini kederden alan, boynunu kedere büken.
Dursakta dinmiyor, bileti sonsuz kere kesilmiş yolculuklarımız.
Gelmeyeceksin biliyorum,
ben sonsuz bir özlem içerisinde sana hasret kalacağım.
Hüznüm bağrımı yakacak, ben ona da alışacağım. Yalnızlık korkusu sarmış her yanımı, böyle de yaşayacağım...
Gelmeyeceksin biliyorum,
Hayalin de alıştıra alıştıra uzaklaşacak benden.
Mutluluk, bir güvercinin kanatlanıp yok oluşu gibi terk edecek beni,
İstesem de artık kulaklarım duymayacak zarif sesini...
Gelmeyeceksin biliyorum,
Beni çaresizlik duyduğum şehirde bir başıma bırakacaksın.
Korkularımı gizlettiğim meydanlarda aratacaksın. Bir defa yanmak neyse de, sen beni her gün yeniden yakacaksın..
Ömrünün onca yılını bu kadınla el ele geçir- miş, iki sevgili bütün dünyayı bir yana atıp kendi dünyalarını, kendi yaşamlarını birbirine bağlamış olamazlar mı? Ayrılık vakti gelip çattığında kadın, haşin göğün altında oyunlar oynayan fırtınayı duymaksızın, gözyaşlarını kirpiklerinden sö- küp atan rüzgârı hissetmeksizin hıçkırıklara boğularak adamın göğsüne kapanmamış mıdır? Acaba bütün bunlar, kederli, bakımsız bu bahçe, yosun bağlamış, tenha ve kasvetli patikalarıyla yalnızca hayal midir? Oysa kaç kez o patikalarda birlikte yürümüşler, o bahçede birlikte umutlanmış, kederlenmiş, birbirlerini sevmişlerdir; hem de nasıl bir karşılıklı aşk, "öyle doyasıya ve şefkat dolu!" Ya kadının onca zaman yaşlı, kasvetli, sonsuz bir suskunluğa ve huysuzluğa boğulmuş kocasıyla yalnız başına keder içinde yaşadığı dedesinden kalması o tuhaf ev?