Soru: Kişi güzele baktığından, onu gördüğünden dolayı zevk alır, halbuki Allah Teâlâ görülmüyor, bunu nasıl açıklarsın? Cevap: Sevilen güzel bir perde arkasında veya karanlık bir evde bulunsa onun aşığı başka bir şeye bakmadan ve onun dışındaki nesnelerden lezzet almadan sırf kendisine yakın olmakla haz duyar. Ona olan sevgisini göstermek ile sevgilisinin duyacağı bir yerde onu diliyle anmakla mutluluk hisseder, taşıdığı hislerini sevgilisi bilmese de o yine kendisine yakın bulunmaktan büyük bir mutluluk duyar. Soru: Âşık, maşukunun cevabını bekler ve cevabını duyunca da doyuma ulaşır. Halbuki Allah Teâlâ'nın konuşması duyulmamaktadır, bu bakımdan yukarıdaki örneğiniz yerinde değildir, bunu nasıl cevaplandırırsınız? Cevap: Allah'a yalvarmakta olan kişi O'nun kendisine cevap vermeyeceğini bilmekle birlikte kendisine durumu arzetmesi, gönlündekilerini ona iletmesinin lezzetini yine taşır. Nasıl böyle olmasın ki, hakiki bir inanca sahip olan, münâcâtı sırasında gönlüne gelen bütün hâtıraların Allah'tan geldiğini işitir ve bundan tad alır. Bunun gibi padişahla yalnız kalan ve gecenin karanlığında padişaha ihtiyaçlarını arzeden kimse padişahın yardımını umduğu sırada bile haz duyar. Kaldı ki Allah'ın yardımını ummak daha gerçekçi bir duygudur. Çünkü Allah'ın nezdindekiler başkalarının yanında olanlardan daha yararlı ve süreklidir. Öyle ise nasıl olur da tenhalarda kendisine ihtiyaçlar arzedilirken zevk duyulmaz?
Soru: Zekât verenin kendisini bu şekilde iyilikte bulunan biri gibi değerlendirmesi girift bir meseledir. Bir insan kendisinin böyle olmadığını anlayamaz, anlayabilmesi için bir emâre, kalbini sınaması için bir işâret var mıdır? Cevap: Bunun ince ve pek açık bir alâmeti vardır, o da şudur: Zekât verdiği fakirin kendisine karşı bir suç işlemesi veya düşmanıyla anlaşması durumunda ona karşı duyacağı nefretin zekat vermeden önce duyduğu nefretten daha fazla olup-olmayacağını tahmine çalışır. Eğer tahmini nefretinin artması doğrultusunda olursa verdiği zekâtın, yaptığı hayrın minnet kokusu taşıdığını, başa kakma duygusundan kurtulamadığını bilmelidir. Çünkü zekât verdiğiden dolayı fakirden, zekât vermeden önce beklemediği bir davranışı beklemektedir.
Reklam
bünyesinde, bahsi geçen konuda daima söyleyecek bir şeyleri olan, yürürlükteki değişik dinlerin temsilcileri ile etkin durumdaki felsefe eğilimlerine mensup düşünürlerin de bulunduğu değişik meslek grubu temsilcilerinden oluşan kalabalık bir komisyon, ölümün olmadığı bir geleceğin nasıl olacağı konusunda çalışmaya başlamıştır, bu komisyon, toplumun yüz yüze kalacağı sorunlarla ilgili, akla yakın öngörüler oluşturmaya çalışacak ve en önemli soru olarak karşımıza çıkan, uzun yaşamın sonucu olarak gündeme gelen dengesizlikleri ortadan kaldıracak ölüm artık var olmadığına göre, yaşlıları ne yapacağız, sorusuna cevap bulmak için uğraşacaktır.
Sayfa 30 - Kırmızı Kedi Yayınevi
kendi kendime sorduğum bir soru: Kimsin sen? Bu soruya ne zaman cevap vermeye çalışmıştım ki? Kim olduğumu kendi kendime itiraf etmeyi ne zaman denemiştim? İsmimi, yaşımı, memleketimi, boy ölçümü biliyordum; yüzümü biraz, ruhumu on­ dan daha az tanıyordum. Gelecek hakkında konuşmayı bilmiyordum ve geçmişten bana sadece üst üste dizilmiş hatıraların solgun blokları kalmıştı. Kendimi açığa çıkartmayı hiç denememiştim
Sayfa 120Kitabı okudu
Ardından şu soru soruldu: “Teşekkür edilmeden alınan, nasıl olduğu bilinmeden keyfi sürülen, nereden geldiği bilinmeden başkalarına verilen ve fark edilmeden kaybedilen şey nedir?” Herkes bir cevap verdi. Fakat sadece Sadık doğru cevabın hayat olduğunu tahmin etti. Sadık diğer bütün bilmeceleri de aynı kolaylıkla çözdü. Itobad sürekli olarak bilmecelerin bundan daha basit olamayacağını ve şayet zahmet etmiş olsaydı kendisinin de bunları kolayca çözmüş olacağını söyleyip duruyordu. Adalet, hayatın anlamı, hükmetme sanatı üzerine sorular soruldu. Sadık’ın verdiği cevapların en doğru cevaplar olduğuna hükmedildi. “Bu kadar parlak bir zekânın bu kadar kötü bir şövalye olması ne yazık, diyordu herkes.
Soru: Tehiyyâtın içindeki "Salevât" ile "Tayyibât" kelimelerinin şümul sahasina giren mânâlar ne olmaktadır? Cevap: "Salevât" her türlü bedenî ibadetler: Tayyibât ise her türlủ mâli ibadetler mânâsinda kullanılmış olmaktadır. Soru: Bu hususun inceliklerini biraz açıklar mısınız? Cevap: Açıklayalım. Peygamber Efendimiz Rabb-i kerimine "Selâm" mânâsında olan tehiyyât, salevât ve tayyibât Allah'a mahsustur, deyince, Cenab-i Hak da selâmına karşılık "Selâm"ı, "Salevât"ına karşılık “Rahmetullah"ı, “Tayyibât"ına mukabil “Berekât"ı bir karşılık olarak lutfetmiştir. Peygamber Efendimiz, Rabbi'nin bu selâmını alırken yalnız kendi üzerine olma duâsı ile kalmamış bu makama “Ve alâ ibâdillahissâlihin" cümlesi ile gerek insanlardan gerekse melek ve cinlerden “Allah"in sâlih kullarını" da katarak mukabele buyurmuş ve âlemlere rahmet olarak gönderilmesindeki hilkat sırrını, yaşayışındaki fiili tatbikat ile ortaya koymuştur. Bu selâm ve mukabele-i selâmın şâhidi bulunan melekler, başta Cebrâil aleyhisselâm olmak üzere, "Eşhedü en-lâilâhe illallâh Ve eşhedüi enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh" demişlerdir. İşte bu mübârek kelimeler, bu ilâhî sırları yüklü olarak böylece vârid olmuş ve mü'minlerin mirâc zevkine eriştikleri namazlarında Rablerine münâcatta bulunmalarına imkân hazırlamıştır.
Sayfa 590Kitabı okudu
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.