Oğuz Atay'la ilk tanışma oldu bu, sarsıldım açıkçası. Bu kadar güzel, kendine bağlayan bir kitabı olacağını tahmin etmemiştim. Kitapta olaylardan çok, üslup ön planda. Bu sayfayı okuyup kalkacağım diye kaç kere söz verdim kendime, kalkamadım, çakıldım kitaba. Hikmet karakteri beni boğdu, öyle yerler oldu ki, albay gibi söylendim, "Saçmalıyorsun". Hatta albay bir keresinde şöyle bir ifade kullandı: "Seninle birlikte olmaktan yorulan insanlara hak veriyorum." O zaman anladım, bu Hikmet, zât-ı muhterem kişi, anlaşılmayacak, anlaşılması kolay olmayacak, bunaltacak, boğacak. Sonunu az çok tahmin ediyordum, bu zihin karmaşası hayır değildi pek, belliydi. Çok kenarda kalan bir olay vardı, albayın tiyatroya olan merakı anlatılan sayfa. Bir rolü, oyuncu gelmeyince, konuşmaları ezberlemiş olmasına rağmen arkadaşı daha önce davrandığı için kaçırıyordu, tiyatrodan sonra onu ağlarken görüyorlardı. Bu sahne işte... Öyle bir albay ben, ben albay olduk ki, kendi geçmişimden bir anı imiş gibi okudum. Ve bir de kelimeler adına söylediği bir cümle: "Bir de ne olur kelimelere dikkat et, yalvarırım kelimeleri unutma!" Öyle özenli, dikkatli, haklı bir cümle ki bu, her yere yazasım var.
Kelimelere dikkat edin okurlar, kelimelere !
"... Hikmet oğlum. Sanki her şey başka türlü olabilirdi, başka türlü oynanabilirdi."