ikisi arkada. Onu bir yıl kadar önce düşümde gördüm. Konuşkan, çok akıllı, sevecen de bir köpek. Tıpkı o ünlü, popüler filmdeki gibi. Köpeklere bayılırım, özellikle de dalmaçyalılara. Düşümde, gerçek hayatta da var olduğunu, hatta bana çok yakın bir semtte yaşadığını, kararlılıkla peşine düşüp onu bulursam memnuniyet duyacağını, acayip derecede iyi arkadaş olacağımız, her konuda mükemmel anlaşacağımız kanaatinde bulunduğunu söyledi. Ben de ona hemencecik inandım. Ne yazık ki böyle bir zaafım var. İnsanlara da, hayvanlara da inanıveriyorum. Söylediklerinde, savlarında, tutum ile davranışlarında, bana bulundukları garip taahhütlerde akıl mantık aramıyorum. Söylemesi ayıp kendim son derece dürüst biriyim, ‘’Herhalde başka herkes de öyledir,’’ diye düşünüyorum. Üstelik hiç de öyle olmadıklarını domuz gibi biliyorum. Yabancılara kanıvermek, iyimserlik hissiyle derhal inanıvermek hoşuma gidiyor; varsın aldatsınlar, iyi niyetimi sonuna kadar suistimal etsinler, ben gene herkese aldanır biri olmaktan vazgeçemem, kendime şüpheciliği yakıştıramam. Kurnazca hal ve hareketlerim yoktur. Çoğu yaratılmışı tutkuyla seviyorum. Onlara gerçekten mi’ diye sormaya yüzüm tutmuyor. Utanıyorum. Kalplerini kırmaktan korkuyorum. Onları küstürüp kendimden uzaklaştırmak en büyük kâbusum. Kimseyle küs, mesafeli kalamam, hiçbir canlıya soğuk, kırıcı davranamam. Onların da bana o şekilde muamele etmelerinden çekinirim. Alıngan, kuruntulu bir adamım.
"Bizi adam yerine koyan yok."...
...—Darılma bilader, dedi, senin gibi, benim gibiler adamız diye övünüyoruz ama, görüyorsun ki bizi adam yerine koyan yok. Sonra bana sordu: Sinemaya gider misin? —Nerdee... —Tiyatro? —Yooo... —Maça gittiğin var mı? —Ömrümde gitmişliğim yok. —Günde kaç kilo et alırsın? —Ayıptır söylemesi, maaştan maaşa. —Her yemekte tatlı yer misin? —Ehh...Bulursam, sabahları kahve ile nefsimi köreltirim. —Kitap, mecmua alır mısın? —Ne gezer?.. ... Artık bu ahiret suallerinden içime fenalık geldi. —Sorması ayıp olmasın ama bilader,dedim, hani sakın darılma, boyuna ne sorup duruyorsun? —Lafı sen açtın, ben de sordum,dedi. Sinema bilmezsim, tiyatro bilmezsin, plaja gitmezsin, gezmeye gitmezsin. Tatlıya, et yüzüne hasretsin. E peki, sen söyle bakalım, yani sen de adam mısın? ...
Sayfa 39 - Nesin YayıneviKitabı okudu
Reklam
Nuh'un bu cazip fakat karmaşık laflarını anlamaya çalışıyorum: "Asıl mesele Baudrillard'ın felaket tellah olması mı?" Nuh hiç beklemeden cevap veriyor: "Hayır. Zaten, Baudrillard bir felaket tellalı sayılmaz. Kanserden, cinayetten, cinsel sapmalardan, ölümcül virüslerden, ekonomik çöküşlerden, komplolardan filan bahseder.
“Elbiseler Fransız, düşünceler Fransız, duygular Fransız! Bakın siz Métivier’yi tutup kovdunuz, çünkü Fransız’dır, alçaktır, oysa kadınlarımız, önünde diz çöküp ardından sürünüyorlar. Dün bir gecedeydim, orada bulunan beş kadından üçü Katolik’ti, Papa’nın izniyle pazar günü kanaviçe üzerine nakış işliyorlardı. Söylemesi ayıp, çırılçıplak oturuyorlardı. Ah Prens, gençlerimizi görünce insanın müzeden Büyük Petro’nun topuzunu alıp bellerini şöyle Rus usulünce kıracağı geliyor; sersemlikleri o zaman geçerdi belki!”
Sayfa 862Kitabı okudu
Gözlerini açtığı zaman oda gene karanlıktı. Sevgi’yi görmüştü. Onu eskisi gibi sevdiğini söylemişti. Sevgi’ye bakıyordu. Onun konuşmasını bekliyordu. Sevgi, başını önüne eğmiş düşünüyordu. Oysa, bir şey söylemesi gerekiyordu. Hikmet, ne sonuç aldığını öğrenmek istiyordu. “Ne diyorsun?” diye sordu Sevgi’ye. “Ne diyeyim?” diye karşılık verdi Sevgi.
Dikkate değer ki, insanların çoğu bir sanat ürünüyle burun buruna gelince yüreklerinin küp küp etmesinden hoşlanmazlar. Gereksiz işlerden sayarlar bunları. Öte yandan, sanat­çılar da aradaki buzları eritecek bir çabaya yanaşmak istemezler. Onlar da : — Bizden yaratması, sevmesi, değer göstermesi de sizden! derler de başka bir şey demezler. Bencesi şudur ki, okurlar da, seyirciler de yüzyıllar boyu sanat denizinde yüzmelerini sağlayacak bir eğitimden uzak tutulmuşlardır. Toplumların çoğu sanat ürünlerine yaklaşmak için birtakım ince yollardan geçilmesi gereğine inanmazlar. Fernand Léger şöyle diyecektir : — Özel galerilerle müzeler kapılarını tam da işçilerin iş­liklerden yada fabrikalardan çıkma saatlerinde kaparlar. Okul kitaplarını karıştırın, oralarda da insana edebiyatı, sanatı sevdiren şeye çok az raslarsınız. Söylemesi ayıp sayılmazsa, sanat eğitimi hükümetlerin başlıca görevi olmalıdır. Çünkü kötülüklerin beşiği olan kara karanlık sadece bilgiyle aydınlatılmaz, onun bir de sanat ürü­nüne yönelik sevgiyle pekiştirilmesi gerekir. Ama bu işte sanatçıya da düşen görevler vardır. Onlar da salt sanatla, salt edebiyatla yetinmemeye bakmalıdırlar. Sartre, salt edebiyatın bir düşten başka bir şey olmadığını söyleyecektir. Biraz daha sıkıştıracak olursanız size şunları da fısıldar : — Yazdığınız her cümle insanın ve toplumun bütün katlarında çın çın ötmeyecek olduktan kelli onun hiçbir anlamı yoktur. Çağın edebiyatı, edebiyatçının eliyle yoğrulan çağdan başkası değildir.
Reklam
269 öğeden 251 ile 260 arasındakiler gösteriliyor.