Buradan şu sonuç çıkıyor: Kendi özüne uygun olarak perspektife ne kadar büyük bir değer biçmemiz, ne denli bü­yük bir saygı duymamız gerekse de, onu basit, doğal ve insan gözününkine doğrudan benzeyen bir görme biçimi olarak dü­şünmeye kesinlikle hakkımız yoktur. Perspektif öğretisinin, birinci sınıf matematikçilerin de katılımıyla birkaç yüzyıl bo­yunca birçok büyük tin ve deneyimli ressam tarafından düzen­lenip işlenmek zorunda kalmış olması -buna ek olarak da an­cak dünyanın perspektifsel projeksiyonunun temel nitelikleri kabul edildikten sonra bilinç düzeyine çıkabilmiş olması- bi­zi, perspektifin tarih içinde düzenlenme sürecinin, insan psiko­fizyolojisinin içinde zaten var olan bir dünya anlayışının basit bir biçimde dizgeselleştirilmesiyle ilgili olmadığını, aksine bu psikofizyolojinin yeni bir dünya anlayışının, üstelik de özünde sanatsal olmayan, sanatı, özellikle de temsili sanatı dışlayan bir dünya anlayışının soyut istemleri uyarınca katı bir biçimde yeniden düzenlendiğini düşünmeye zorunlu kılıyor.
"Senin 'Batı medeniyeti' dediğin şeyden bahsediyorum. Bunu soyut bir kavram mı zannediyordun ? Hayır, o yaşayan bir güç. Binlerce yıldır parlak ışıklar saçarak yanan kolektif bir bilinç o. Tanrılar da onun bir parçası. Hatta tanrılar bunun kaynağı da denebilir, ya da en azından tüm Batı Medeniyeti yok olmadan tanrılar da yok olamaz. Ateş Yunanistan'da yanmaya başladı. Sonrasında, senin de çok iyi bildiğin gibi, en azından ben bildiğini umuyorum, dersimden geçtin, ateş Roma'ya taşındı, tabii, tanrılar da. Belki farklı adlar aldılar, Zeus yerine Jüpiter, Afrodit yerine Venüs gibi ama aynı güçler, aynı tanrılar." "Ve sonra öldüler." "Öldüler mi? Batı öldü mü ki? Tanrılar yalnızca bir süre yer değiştirdiler: Almanya, Fransa, İspanya. Ateş nerede parlaksa tanrılar da oradaydı. İngiltere'de birkaç yüzyıl geçirdiler. Yapman gereken şey mimariye bakmak. İnsanlar tanrıları unutmadı. Şu son üç bin yıl içerisinde nerede hüküm sürdülerse resimlerde, heykellerde, en önemli binalarda onları görebilirsin. Ve evet, Percy, elbette şimdi senin Amerika Birleşik Devletleri'ndeler. Sembolüne bak, Zeus kartalı. Rockefeller Merkezi'ndeki Prometheus heykeline, Washington'daki devlet binalarının Yunan tarzı cephelerine bak. Amerika'da, Olimposluların çok sayıda yerde apaçık bir şekilde sergilenmediği bir şehir bulabilecek misin bakalım? İster beğen, ister beğenme -ki inan bana, vaktiyle çok sayıda kişi Roma'yı da pek sevmezdi- Amerika şimdi ateşin kalbi. Bati'nın en büyük gücü. Bu nedenle Olimpos burada. Ve biz de buradayız."
Doğan ÇocukKitabı okudu
Reklam
Dogma, bilimsel teoriye kıyasla ruhu daha tam olarak temsil eder, çünkü bilimsel teori sadece bilinç düzeyini ifade edip açıklar. Dahası, teori, yaşayan bir şeyi soyut kavramlarla açıklamakla kalır. Dogma ise bilinçdışının yaşam sürecini pişmanlık, fedakarlık ve günahtan kurtulma draması şeklinde anlatır.
Hatırı sayılır sayıda kadın, iktidarın keyfince yönetilmeyi reddedip isyanlarını -bazen incelik dolu- dolaylı yollarla gösterdilerse de, çok sayıda fanatikleşmiş kadın "mazoşist bir katılım"da bulundular. Kadın­ların bu tavırlarıyla, daha önce Alman ve İtalyan faşist yönetimlerinde gözlemlenen tavırlar arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır. M.A. Macciocchi faşizmle kadınlar arasındaki ilişkileri incelerken şöyle der: "Faşizm ilk başından beri kadınlardan mazoşist olarak nitelendireceğim bir katılım elde etmeye çalışmıştır: faşistlerin amblem olarak seçtiği ve hemen her yere çizdikleri, bere ve kara gömleklerine dikip kasıla kasıla dolaştıkla­rı kurukafaların ortasında kadınların, iffet-kefaretlerini kutlayan dullar adına ve değişmez ölüm kültü adına, boşalmanın her tür yolunu bir ö­lüm itkisi (Freud) içinde kabullenmesini beklemiştir. Yaşamdan bu vazgeçişten, kendini olduğu gibi yadsıma sevinci doğar. Bu, kadının İktidar'la ilişkisinin sevincidir: Şefin, Duce'nin soyut, demagojik, lafa­zan aşkına karşı vazgeçiş, boyun eğme, dönüşüyle evcil kölelik"
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
[kişisel bilinçdışı, kolektif bilinçdışı]
Bunlar size çok soyut görünebilir, bu yüzden bazı örneklerle açıklasam iyi olur. Zaten günümüz psikolojisi de bu şeyleri düzgün bir halde görmeye henüz hazır değil. Geçenlerde Fransız bir araştırmacı [ Lucien Lévy-Bruhl ] kolektif bir bilinçdışının var olduğunu farz etmenin gerçekten çok mistik bir fikir olacağını söyledi. Ben de ortada mistik bir durum görmediğimi çünkü bunun çok pratik bir fikir olduğunu söyledim. Nihayetinde insanın zihinsel işleyişinin ortak bir zemini olmasaydı iletişim kurmak insanlar için düpedüz imkansız olacaktı. İnsan deneyiminin temeli ne olursa olsun aynıdır, işte bu sebeple en ilkel insanlarla bile empati kurulabilir, bir dereceye kadar onların kaya çizimlerini anlayabiliriz. Dillerimiz de ortak kökenlere işaret eder, ve insanlığın ilk sözleri vardır. Doğu Afrika sahillerinde “baba” ve “mama” derler, ama ne yazık ki baba mama yerine, mama da baba yerine kullanılır. İnsan duyguları her yerde aynıdır. Hayvanlarda da öyle: Bir maymundan elmasını aldığınızda tıpkı bir insan gibi size sinirlenecektir. Kolektif bilinçdışındaki hayvan kısmı vasıtasıyla gerçekten çok derin katmanlara inebiliriz, ve bu hayvan izleri vasıtasıyla sonsuz zaman periyodlarına dönüp bakabiliriz. Hayvan periyoduyla karşılaştırıldığında ilkel insan periyodu gerçekten çok kısadır.
Reklam
276 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.