Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Başka pekçok yönden olduğu gibi bu yönden de tarih öncesi zamanların insanı, bizim bilinçaltımızda hiçbir değişime uğramamış olarak yaşamayı sürdürmektedir. Bu da demektir ki kendi kendisinin ölümüne inanmamaktadır bizim bilinçaltımız; adeta ölümsüzmüş gibi davranmaktadır. Bilinçaltıımız olarak adlandırdığımız şey -ruhumuzun içgüdüsel etkilerden mürekkep en derin katmanı- olumsuz olan hiçbir şeyi hiçbir olumsuzlamayı tanımamakta, bütün karşıtlıklar onda birbiriyle tutarlı hale gelmektedir. Bu sebepten dolayı ona ancak olumsuz bir içerik yükleyebileceğimiz için kendi ölümünü de tanımamaktadır. Ölüm inancına yanıt verecek içgüdüsel hiçbir şey işte bu yüzden yoktur içimizde. Hatta kahramanlığı sırrı dahi olabilir bu belki de. Zaten kahramanlığın rasyonel nedenleri de insanın kendi yaşamının belirli soyut düşünceler ve genel anlamda iyi olan olan şeyler kadar değerli olamayacağı yargısına dayanmaktadır.. Bana bir şey olmaz. Zira aksi halde bu sebepler bilinç altını, kendisine uygun düşen kahramanca tepkiyi göstermekten alıkoyan tereddütleri ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramazlardı ki. Üzerimizde bizim sandığımızdan daha güçlü bir hakimiyet kurmuş olan ölüm korkusu ise öte yandan ikincil düzeyde bir şey ve genellikle de suçluluk duygusunun bir ürünüdür.
Kent hayatında rastladığımız uç durumlar, para ekonomisinin uzanımlarının sonucudur. Buna eşlik eden rahatsız edici gerilim, “modern zamanlara, özellikle de son dönemlerine” ait bir olgudur - “bir gerilim, beklenti hissi, güçlü arzuların açığa çıkamaması duygusu bu zamana damgasını vurmuştur.” “Bilinç eşiğinin altında yatan” bu nevrozun kökenleri, “doğadan giderek uzaklaşmada, para ekonomisine dayanan kent hayatının bizlere dayattığı o soyut varoluşta” yatmaktadır.
Reklam
İdealizm yolunu seçtiğimizi varsayarsak, o zaman felsefenin ilk ilkesi için kendinde-anlığa dönmemiz gerekir. Ama bu hantal terimi düşerek Fichte'nin de yaptığı gibi 'Ben'den söz etmeyi yeğleyebiliriz. Böylece deneyimin doğuşunu bir bakıma 'kendi' yanından açıklama girişimine bağlanmış oluruz. Gerçekte Fichte genel olarak
Sayfa 53
Bilinç bilgileriyle bilinçtir: soyut bilinç ya da öncesel bilinç yani önceden düzenlenmiş bilinç yoktur. Önbilinç bilincin oluşumuna temel olacak koşullardan başka bir şey değildir. Bilinç bir olanaklar bütünü olan önbilinç üzerine kurulur. Öyleyse tabula rasa diye yani sıfır bilinç diye bir şey yoktur.
Sayfa 9 - Bulut Yayınları
“Olup bitmekte olan gerçekliğin neredeyse enstantane görünümlerini alırız ve onlar bu gerçekliği karakterize ettikleri ölçüde hepsini soyut, tekbiçimli, görünmez, bilinç cihazının fonunda kurulu bir oluşun boyunca kaydırıp geçirmek yeter bize... Algılama, düşünme, dil genel olarak hep böyle işlerler. Oluşu düşünmek ya da ifade etmek, hatta algılamak söz konusu olduğunda içimizde bir tür sinema makinası çalıştırmaktan başka bir şey yapmıyoruz (Bergson, Yaratıcı Evrim)
Sayfa 141Kitabı okudu
Doğa üzerindeki gücünün çok büyük olduğu bugün bile, yaşayan insan kendi elinden çıkma Fetişlerin kurbanıdır. Hem soyut hem gerçek, hem kabaca maddi hem de baştan çıkarıcı, hatta büyüleyici ideolojilerle sarılı garip oluşumlar... Bu fetişlerin maskesini indirmek ve zihinsel baş dönmesinin aklı sürükleyip götürmesini engellemek için berrak, inatçı ve şüpheci yeni bir bilinç gereklidir. Diyalektik materyalizm işte bu bilincin ifadesi ve aracı olmaya soyunur.
Reklam
Tarih boyunca insan kendisini bir anlamda doğadan soyutlar, ama böylelikle doğayla daha derin bir ilişki, daha yüksek bir birlik kurar. İnsan doğaya ait sınırlı bir varlıktır; ama bir bütünmüş gibi davranır, etkin bir özne haline gelir, kendini konsolide etmeye ve yüceltmeye uğraşan kendiliğinden Yaşam olmaya girişir -kendisine sınırsız olanaklar açan sınırlı bir varlık olur- insan kendisini daha üst bir varoluş düzeyine taşımaya ve başlangıç noktasını aşmaya kadirdir. İnsan, durmadan başlangıç noktasına geri dönüp onu gittikçe daha yüksek bir düzeye çıkaran bir harekettir; kendi oluşunu içinde taşıyan ve adım adım hâkimiyet altına alan bir varlıktır. Sınırlılığı ve soyutluğu giderek bir güce dönüşür; insanın en sınırlı yönü -soyut anlak, yani nesneleri ve anları, araçları ve kavramları ayırarak sabitleme kapasitesi-, tam da bu artan gücün dayanağı haline gelir. İnsanın bilinci, hem insanın şeyler üzerindeki gücünü hem de sınırlılığını ifade eder; çünkü bu bilinç ancak ve ancak, soyutlama ve mantık dolayımıyla ve de doğaya yabancı olan teorik insanın zihninde ortaya çıkar. Dolayısıyla bilinç insanın hem sınırlılığının hem de sınırsızlığının ifadesidir. İşte insanın iç çelişkisi budur ve bu çelişki insanı sürekli derinleşmeye ve kendini aşmaya zorlar, insanın dramı ve ıstırabı kadar görkemi de buradadır. Sınırlılığın içinden insan, belirlenmiş, insani bir sınırsızlık çıkartır; bu sınırsızlık doğal varoluşun belirlenmemişliğini kuşatır, özgürleştirir ve aşar. Bu belirlenmiş sınırsızlığa, insan gücü, bilgi, eylem, aşk, Tin, ya da kısaca insani olan denebilir.
Buradan şu sonuç çıkıyor: Kendi özüne uygun olarak perspektife ne kadar büyük bir değer biçmemiz, ne denli bü­yük bir saygı duymamız gerekse de, onu basit, doğal ve insan gözününkine doğrudan benzeyen bir görme biçimi olarak dü­şünmeye kesinlikle hakkımız yoktur. Perspektif öğretisinin, birinci sınıf matematikçilerin de katılımıyla birkaç yüzyıl bo­yunca birçok büyük tin ve deneyimli ressam tarafından düzen­lenip işlenmek zorunda kalmış olması -buna ek olarak da an­cak dünyanın perspektifsel projeksiyonunun temel nitelikleri kabul edildikten sonra bilinç düzeyine çıkabilmiş olması- bi­zi, perspektifin tarih içinde düzenlenme sürecinin, insan psiko­fizyolojisinin içinde zaten var olan bir dünya anlayışının basit bir biçimde dizgeselleştirilmesiyle ilgili olmadığını, aksine bu psikofizyolojinin yeni bir dünya anlayışının, üstelik de özünde sanatsal olmayan, sanatı, özellikle de temsili sanatı dışlayan bir dünya anlayışının soyut istemleri uyarınca katı bir biçimde yeniden düzenlendiğini düşünmeye zorunlu kılıyor.
"Senin 'Batı medeniyeti' dediğin şeyden bahsediyorum. Bunu soyut bir kavram mı zannediyordun ? Hayır, o yaşayan bir güç. Binlerce yıldır parlak ışıklar saçarak yanan kolektif bir bilinç o. Tanrılar da onun bir parçası. Hatta tanrılar bunun kaynağı da denebilir, ya da en azından tüm Batı Medeniyeti yok olmadan tanrılar da yok olamaz. Ateş Yunanistan'da yanmaya başladı. Sonrasında, senin de çok iyi bildiğin gibi, en azından ben bildiğini umuyorum, dersimden geçtin, ateş Roma'ya taşındı, tabii, tanrılar da. Belki farklı adlar aldılar, Zeus yerine Jüpiter, Afrodit yerine Venüs gibi ama aynı güçler, aynı tanrılar." "Ve sonra öldüler." "Öldüler mi? Batı öldü mü ki? Tanrılar yalnızca bir süre yer değiştirdiler: Almanya, Fransa, İspanya. Ateş nerede parlaksa tanrılar da oradaydı. İngiltere'de birkaç yüzyıl geçirdiler. Yapman gereken şey mimariye bakmak. İnsanlar tanrıları unutmadı. Şu son üç bin yıl içerisinde nerede hüküm sürdülerse resimlerde, heykellerde, en önemli binalarda onları görebilirsin. Ve evet, Percy, elbette şimdi senin Amerika Birleşik Devletleri'ndeler. Sembolüne bak, Zeus kartalı. Rockefeller Merkezi'ndeki Prometheus heykeline, Washington'daki devlet binalarının Yunan tarzı cephelerine bak. Amerika'da, Olimposluların çok sayıda yerde apaçık bir şekilde sergilenmediği bir şehir bulabilecek misin bakalım? İster beğen, ister beğenme -ki inan bana, vaktiyle çok sayıda kişi Roma'yı da pek sevmezdi- Amerika şimdi ateşin kalbi. Bati'nın en büyük gücü. Bu nedenle Olimpos burada. Ve biz de buradayız."
Doğan ÇocukKitabı okudu
Dogma, bilimsel teoriye kıyasla ruhu daha tam olarak temsil eder, çünkü bilimsel teori sadece bilinç düzeyini ifade edip açıklar. Dahası, teori, yaşayan bir şeyi soyut kavramlarla açıklamakla kalır. Dogma ise bilinçdışının yaşam sürecini pişmanlık, fedakarlık ve günahtan kurtulma draması şeklinde anlatır.
272 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.