Zweig’ın beş öyküden oluşan bu romanında özellikle iki öyküsü beni etkiledi ve düşünmeye sevk etti. Spoiler içerir (!)
Bunlardan biri Fransa’nın mahallelerinden birinde gezinirken tanımadığı insanların hayatlarına dahil olan gezginin hikayesiydi. Karısına acı çektiren biri, bunu sevdiğinden yaptığını iddia ediyor ve kendini terk eden karısını buna ikna etmeye, geri döndürmeye çalışıyor. Ne kadar anlamaya çalışsam da anlayamadım. Ancak kendine güveni olmayan, kompleksli insanların yapabileceği bir davranış bu. Benim sevgi anlayışıma ters bir durum. Sonu beklendikti, o tip bir erkekten başka türlüsü de beklenemezdi zaten…
Diğer hikaye ise köyünden gelmiş yabani bir hizmetçinin adeta bir köleye dönüşmesi, hatta efendisini ilahlaştırması anlatılıyor. Açıkçası bu hikaye hem sürükleyici hem korkutucuydu. Hayatta hiçbir zevki tatmamış, adeta amaçsız bir hayvan, bir ot gibi yaşamış birinin karşılaştığı en ufak ilginin, en önemsiz heyecanın çığ gibi büyüdüğünü görüyoruz. Okurken hizmetçi kadını bir vahşi hayvana benzettim. Ne yapacağı belli olmayan, yemek verdiğin için uysallaşabilen ya da aniden üstüne atlamaya hazır bir hayvan. Her insanı hayatta kalmaya çalışmaktan başka hayata bağlayan bir şeyler olmalı, bu hikayenin bana kattığı bu oldu.
Diğer hikayeler de sürükleyiciydi. Fransız albayın trajik sonu, Rus savaş esiri ve öğretmen otoritesine isyan eden genç… Beğendim, tavsiye ederim.