Bir gün gardiyan ben hapse gireli beş ay olduğunu söylediğinde ona inandım ama söylediğini kavrayamadım. Benim için hücremde akıp giden hep aynı gündü, hep aynı işi yapıp duruyordum.
Ah Tanrım! Madem beni ihtiyarlatan, değiştiren, öldüren, saçlarım ağartan o dönemde katlandığım sefaletleri, ıstırapları biliyor, aldığım Hançer darbelerini görüyorsun, o halde bana neden hala acı çektiriyorsun?
Aşk bir dindir ve ona tapmak diğer tüm dinlerden daha pahalıya mal olmalıdır; çabucak gelir geçer ve oradan geçtiğini yakıp yıkmalarla belli eden bir yumurcağa dönüşür. Duygunun heybeti tavan aralarını şiiridir; bu zenginlik olmasa Aşk oralarda ne hale gelir?
Arzu, yalnızca zaferlerin kolaylığından değil, zorluğundan da doğar. İnsanların tüm tutkuları aşk imparatorluğunu bölen bu iki neden birinden kaynaklanır ve beslenir. Belki de bu bölünme, ne denirse densin, topluma hakim olan büyük bir itidal sorunun bir sonucudur. Melankolikler aşk oyunlarının içlerine ihtiyaç duyar, oysa sinirli ve heyecanlı olanlar karşılarındaki direnç uzun sürerse sıvışıp giderler. Diğer bir değişle, ağıt ne kadar ağırkanlıysa lirik şiir de o kadar hırçındır.