Zebralar, timsahların ağzını burnunu dağıtır, zürafalar aslanlara tekme atar, antiloplar sırtlanların karnına boynuz takar, yunuslar köpek balıklarının böğrüne pis burun vuruşu ile dalar...
Avuç içi kadar kuşcağızlar, yuvalarına doğru sinsi sinsi ilerleyen kolum kadar yılanları gagalayıp penceremekte hiç tereddüt tüketmezler...
Yavruları söz konusu olduğunda, her anne gözünü karartır ve kendi canını yavrucağızının canı uğruna vermekten çekinmez çünkü bir canlıya başka bir canı kendi canından daha çok sevdiren bir şeydir annelik...
TATAR ÇÖLÜ
Roman karakterimiz askeri okuldan mezun olan Drogo’un mezun olduktan sonra kimsenin hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadığı ama Kuzey’in en uzak noktasında bulunan Tatar Çölü’nün koruyuculuğunu yapan Bastiani Kalesi’ne tayininin çıkması ile başlıyor.
Bastiani Kalesi’ne gitmek için yola çıkan Drago’ya hiç kimse kale hakkında
Gözlerin O'nu göremediği, ama yerlerde ve göklerde yarattığı hesapsız mucizesini gördüğü bir Yaratıcı'ya ve her işin O'nun izni ile, O'nun emri ile, O'nun yaratması ile olacağına, hiçbir şeyin kendi kendine olamayacağına iman ederim...
Minik dalgıç kuşları yumurtadan çıktıklarında anacıkları onları ilk olarak kendi göğsünden kopardığı yahut su üzerinden topladığı tüyleri yedirir! Yavrular bu tüyleri sindiremezler.
Tüyler onların küçük midelerinde, bağırsaklara açılan yolun üzerinde topaç olur birikir. Böylece yavrular balık yediklerinde balıkların sindirilemeyen kılçıkları bu tüy topacına takılır; ne midesine, ne de bağırsaklarına zarar verir!