20. yüzyılın en önemli filozoflarından olan Ayn Rand, 1959 yılında verdiği bir röportajda "sevgi üzerine" konuşurken...
-Sevilmeye değer işler yapan herkes sevgiye sahip olur... Değerlerle ilişkili kavramların içini boşalttığımız şu zamanlarda, Ayn Rand'ın bu konuşması zihnimizde bazı ışıkların çakmasına yardımcı olabilir. Ayaklarımızın yere basması gerekiyor. Aşk ve sevgi gibi konularda içeriksiz kalarak yaşamanın pişmanlığını çekmeyen yoktur. Yani bir insana duyulan aşk veya sevgi, nedensizlik üzerine kurulabilir mi? Rand' a göre böyle bir şey mümkün değil. Mümkünse bile böyle olmamalıdır. İnsanlar sahip oldukları erdemlere göre sevgiyi ya hak ederler ya da etmezler... Doğrusu buradan tutunmak gerek. Sevgi mi istiyoruz? O halde sevilmeye değer erdemler edinmeliyiz. Sevmek mi istiyoruz? O halde erdemli işler aramalıyız.
Genç bir avukatken bir İngiliz şair tarafından yazılmış dizeler okumuş, çok etkilenmiştim. "Taştan fışkıran bir pınar ol, suyu tutan bir kuyu olma." Bu sözlerin doğruluğuna inanmamıştım o zaman. Çünkü taşmak tehlikeliydi, taşan suyun sevdiklerimizin bulunduğu alanı basması olasılığı vardı, onları sevgi ve coşkumuzla boğabilirdik. Hayatım
belki bizler, yani bu toprakların yetiştirdiği şu ya da bu çeşit değerler, soyutlaşmaya başladığımızı bu kadar çabuk fark etmeseydik ve bu kadar çabuk korkuya kapılmasaydık, bizlerden de büyük matematikçiler yetişir ve ansiklopedilerde taş basması resimleri çıkardı.
Kitabın icerisinde ki hikayeler:
Havuz Başı
Kumarbaz Hayri Efendi
Çatışma
İyilik Unutulmaz
Bir Sonbahar Akşamı
Bir Ev Sahibi
Bayan Gülseren
Yüksek Kaldırım
On Milyonerle On Metresi
Jimnastik Yapan Adam
İnsan Gibi Birşey: Huy
Su Basması
Mektup
Sur Dışında Hayat
Serseri Çocukla Köpek
Sonbahar
İnsanlar, Türküler, Masallar
Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi
Cezayir Mahallesi
Simitle Çay
Şehrin Sabahları ve Adamlarından Biri
Şehrâyin
Güğüm
Özellikle Kumarbaz Hayri Efendi ve Jimnastik yapan adam hikayelerini çok beğendim. Bu iki hikayeyi okurken kendim yaşamış gibi oldum.
Havuz BaşıSait Faik Abasıyanık · İş Bankası Kültür Yayınları · 20131,837 okunma
yılmaz erdoğan anadolu’da meni basması dediğimiz sendromu şiddetli yaşayan bir karakter yazmış. karakterin şu an damarlarında kan yerine meni geziyor ve beyne kadar sıçramış, beyni hamur etmiş. muhakeme yeteneği ve tüm akli melekeleri erimiş. ben de 1000kda erkek kullanıcı hesaplarından biliyorum oldukça zor bir süreç. karakter kendi libidosuna karşı savaşıyor bunuda ulan acaba edebiyatla karı kız düşürebilir miyim evresi izliyor tüm cümlelerini, hal ve hareketlerini buradan okumamız lazım. ayrıca meni basması hem biyolojiktir hem sınıfsaldır. hem de body horror olarak da okunalanabilecek bir illettir
Suyun kenarına gelip timsahlardan korkarak su içen bir ceylanın ölümle susuzluk arasında yaptığı tercihte susuzluğun daha ağır basması ve ölürken bile "buna değer " dediği suyu içmeye çalışması gibi bütün kemiklerin un ufak olurcasına sarılmak...
..."Yunan'ı Anadolu'nun göbeğine getirenler padişahlarla softalardır"
...Kelâmi Baba'nın Sarıovalılar gözünde öyle bir ehemmiyeti vardı ki bulunduğu tarafa yataklarının ayak ucunu çevirmezlerdi. Halk bütün hacetlerini ondan isterler, her başı sıkışan ilk önce onun mukaddes örtüsüne yüzünü sürerdi. Hükümete ve mahkemelere verilecek arzuhaller evvela ona götürülür, himmet ve yardımı rica edilirdi. Dâvalarını kazananlar, hapishaneden çıkanlar, bir kazadan sağlam kurtulanlar ellerinde mum desteleriyle ona koşarlardı. Hâsılı, Kelâmi Baba türbesi hükümet üstünde bir hükümetti. Himmeti hazır ve nazır olsun, koca bulamayan kızlardan, şifasız dertlere uğrayan hastalardan, kiracısız kalan evlere, müşterisi az dükkân-
lara kadar her işle uğraşırdı. Sonra, kasabayı düşman şerrinden, zelzele, yangın, su basması gibi bütün âfetlerden koruyan da o idi. Biraz evvel uzaktan onun kandillerine karşı ellerini açtıktan, kendilerini onun himayesine ısmarladıktan sonra uykuya dalanlar türbeyi ateş içinde görünce âdeta çıldırdılar.
Maddi faktörün şu ya da bu sebeple ağır basması, bir an için asıl amacı unutturabilir ya da geciktirebilir. Ama bu geçicidir. Tatminden sonra insan yine arayışına döner ve asıl amacı buluncaya kadar da aramaya devam eder.
Bu aşırı derecedeki neşesini sordum, cevaben dedi ki:
- Bizim berber Hacı Molla’yı bilirsin. Kedisi doğurmuş, hem de pamuk gibi beyaz ve sevimli pek sevimli bir yavru.
Hayretle:
- Af buyurunuz azizim. Hacı Molla’nın Pamuk kedisinin doğuruşundan bu derece sevinmenizin sebebini kestiremiyorum.
- Halbuki mesele pek basit. Pamuk’un sağ ve Salim doğum yapması münasebetiyle biz de bugün şenlik yapacağız.
…
- … Nihayet yavrunun ismini “Zararsız” koyduk.
Tebessümle:
- Ve şenlik kararlaştırıldı, bir kedi yavrusu…
- Azizim, insanlar mantığı ne dediklerini ayırt etmek için değil, her dediklerini mantığa uydurmak için icat etmişler. Şimdi sana desem ki falanca kralın oğlu dünyaya gelmiş, o millet şenlik yapıyor. Bu sözlere hiç şaşırmaz ve belki de bunu pek doğal bulursun. Fakat bir kere düşün, düşün ki:
Evvela çocuğun yaşayıp yaşamayacağı bilinmez;
İkincisi, iyi adam olup olmayacağı bilinmez;
Üçüncüsü, insan olduğu için iyiden ziyade kötüye meyledeceği pek muhtemel;
Dördüncüsü, kral oğlu olduğu için kibirli, zorba, bencil ve … biraz cahil olması da öngörülebilir. Şimdi şu özelliklere sahip olan bir çocuk için bir şenlik yapılışına ses çıkarmazken, Zararsız’ın aleme ayak basması iki kişinin sevincine değmez mi?
Sayfa 73 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Sana acıklı bir olay anlatmak istiyorum. Termitleri biliyorsundur kuşkusuz, Afrika’da yaşayan akkarıncaları, bir kaç metre yüksekliğinde, taş gibi sert, etkileyici karınca tüm sekleri oluştururlar. Akkarıncaların gövdeleri yumuşak olduğu, başka böcekleri koruyan keratin kabuktan yoksun oldukları için, karınca tümsekleri, kendilerinden daha iyi silâhlanmış bazı düşman karıncalara karşı toplu kalkan işlevi görürler.
Ama zaman zaman bu tümseklerden biri bir su basması ya da bir filin üstüne basması sonucu yıkılır (filler, karınca tümseklerine sürtünmekten hoşlanırlar). İşçi karıncalar yıkılan kaleyi yeniden yapmak için hem en işe koyulurlar. Kocaman düşman karıncalar da saldırıya geçerler. Asker karıncalar kabileyi savunmak için dışarı çıkarlar, düşmanı durdurmaya çalışırlar. Ne boyları ne de silâhları bakımın dan bu karıncalarla baş edemeyecekleri için, saldırganlara sımsıkı kenetlenirler, ellerinden geldiğince ilerlemelerini engellemeye çalışırlar, bu sırada düşman karıncaların yabanıl kıskaçları onları parça parça eder. Ancak, işçi karıncalar ayağına çabukturlar, az önce yıkılmış olan karınca yuvasını kapatmaya çalışırlar... ama böyle yaparak, başkalarının kurtulması için kendilerini kurban eden zavallı, yiğit asker akkarıncaları dışarıda bırakırlar. Bunların bir madalyaya olsun hakları yok mudur? Yiğit olduklarını söylemek hakça olmaz mı?
Çox qısa və bir oturumda oxuyabiləcəyiniz bir kitab. İlk yazılı dastan statuslu.
Sevdiyim mövzular - Şumerlər və Mifologiya.
**Dastan zalim bir hökmdar (Bilqamıs yaxud Gilqamıs) (cadugər Sin Like Uninin dilindən) haqqındadır. İnsanlar onu uda bilməsi üçün Tanrılara dua edər, onlarda Enkidunu yaradarlar (gildən) Daha sonra, Enkidu ilə dost olan
Şimdi sorarım size: Böyle garip nitelikleri olan insanoğlundan ne beklenebilir? Önüne dünya nimetlerinin hepsini serseniz, başı kaybolana, hatta su yüzüne ufak ufak kabarcıklar çıkana kadar saadet deryasına gömseniz, çalışmaya ihtiyacı olmayacak derecede refahını sağlasanız da, sırf ballı çörekler yiyip yan gelip yatması, bir de insan neslinin
Yıl 1881. Bir ulusun kaderinin tayin olacağı o yılların başlangıcına, bir doğum müjdesine götürelim önce sizi. Hepimizin malumu. Sarı saçlı, mavi gözlü, pembe yüzlü bir oğlan çocuğunun doğumuna. Mustafa'nın doğumuna. Annesi Zübeyde Hanım, net olmayan Mustafa Kemal'in doğum günü tarihi için erbain soğuklarını işaret etmiş. Erbain