Kitapları yarım bırakmayı pek istemesem de bazen zorlamıyorum bitirmek için. Uğultulu Tepeler'de en azından şu an için yarım bıraktığım bir kitap oldu.
Emily Bronte'nin ilk ve tek romanı Uğultulu Tepeler dolayısıyla önemi yadsınamaz elbette. Victoria Dönemi eserlerini okumayı çok severim aslında. Uğultulu Tepeler'e de çok büyük bir istekle başlamıştım fakat beklentimi ilk defa karşılayaman bir klasik oldu sanırım.
Kısaca içeriğine bakacak olursak; multijenerasyonel bir kitap Uğultulu Tepeler yani iki kuşak ve birden fazla ailenin yaşamını okuyoruz. O yüzden anlaşılması biraz zor diyebilirim. Mr. ve Mrs. kısaltmaları bilindiği üzere klasiklerde fazlasıyla kullanılıyor. Bu noktada da karışıklıklar oluyor. Kim kimin nesi, diyalog halindeyken kim kimle konuşuyor birbirine giriyor. Bunları bir noktadan sonra çözdüm çözmesine ama roman bir türlü akmadı. Karakterler yaşıyorlar yaşamasına ama herkes birbirinden nefret ediyor resmen, sağlıklı bir ilişkisi yok kimsenin. Bu da karakterlerin hiçbiri ile bir bağ kuramama sebep oldu. Elbette bu karakterler Emily
Bronte'nin analizlerini, gözlem yeteneğini, 19.yy insanının nasıl bir yapısı olduğunu anlamamızı sağlıyor dolayısıyla çok önemli ama malesef ki bu sefer okumakta gerçekten zorlandım.
Yine de bir kenara koymak böyle bir klasiği benim açımdan büyük bir haksızlık olur. O yüzden kaldığım yerden(220) devam etmek üzere, belki bu sene içerisinde belki daha sonra, rafa kaldırıyorum. Geri kalan kısmın hakkını umarım başka bir zaman verebilirim.